Figânî, yaklaşık 1505 yılında Trabzon’da dünyaya gelmiş, asıl adı Ramazan olan bir Osmanlı şairidir. Çocukluk ve gençlik dönemine dair çok az bilgi bulunmakla birlikte, bazı kaynaklarda kendisinin genç yaşlarında İstanbul’a gittiği belirtilmektedir. Figânî’nin İstanbul’da, özellikle gramer, edebiyat ve tıp alanlarında eğitim aldığı, Arapça ve Farsçayı öğrendiği tahmin edilmektedir. Ancak onun düzenli bir eğitim hayatı olmadığı, aksine sosyal çevresinin baskılarından kurtulmak için sık sık kaçış arayışında olduğu da kaydedilmiştir.
Edebi Hayatı ve Şiire Olan İlgisi
Âşık Çelebi’nin aktardığına göre Figânî, kısa bir medrese eğitiminin ardından mukâtaa kâtipliğinde görev almış, ancak asıl yeteneğini şiirde göstermiştir. Medrese tahsilinde öğrendiği bilgiler onun güçlü bir dil ve edebi zenginliğe sahip olmasını sağlamıştır. Sehî Bey ve Latîfî’nin eserlerine göre Figânî, bir dönem tıp alanında da ilerlemiş, dönemin ünlü hekimlerinden Tabip Şah Mehmed’e çıraklık yapmıştır. Genç yaşta şiir yazmaya başlayan Figânî, ilk şiirlerinde “Hüseynî” mahlasını kullanmış, sonrasında ise “Figânî” mahlasını benimsemiştir.
Figânî’nin yazdığı şiirlerde, Osmanlı Türkçesinin sade ve anlaşılır bir kullanımına rastlanır. O, divan edebiyatının geleneksel söyleminden yararlanmış; halk deyimleri ve atasözleri gibi unsurlarla zenginleştirdiği şiirlerini hem sade Türkçe hem de dönemin edebi dili olan Arapça ve Farsça kelimelerle bezemiştir. Divan edebiyatında yaygın olan mecaz ve mazmunları kendi sanatıyla harmanlayarak özgün bir üslup geliştirmiştir. Figânî, özellikle kasideleriyle tanınmış, bazı gazelleri ise dönemin ünlü şairleri arasında yerini almıştır. İstanbul’un sosyal ve kültürel ortamına dair eleştirilerini hicivle ifade ettiği beyitleri, ona geniş bir hayran kitlesi kazandırmıştır.
Toplum İçindeki Yeri ve Sürdürdüğü Hayat
Figânî, şiir yeteneğinin yanı sıra sosyal hayatında da renkli bir kişilik olarak bilinir. Zaman zaman İstanbul’da devrin ünlü şairleri Na’tî ve Priştineli Nûhî ile bir araya gelerek meyhanelerde eğlendiği, Atmeydanı’nda vakit geçirdiği bilinmektedir. Osmanlı dönemi İslam Ansiklopedisi’nde ve bazı biyografik kaynaklarda, Figânî’nin içkiye düşkünlüğü, savurganlığı ve başına buyruk yaşantısı nedeniyle bazen toplum kurallarıyla uyuşmayan durumlara düştüğü ifade edilmektedir. Ancak o, sosyal yaşantısındaki bu düzensizliğe rağmen, güçlü hafızası ve öğrenme yeteneği sayesinde Arapça ve Farsça dillerinde başarılı eserler kaleme almıştır.
Figânî’nin hayatı boyunca maddi sıkıntılar çektiği, geçimini şiir yazdığı kişilerden aldığı hediyeler ve desteklerle sağladığı kaydedilmiştir. Bazen İskender Çelebi ve Kara Bâlioğlu gibi sanatseverlerin yardımları sayesinde maddi destek bulmuş olsa da, bu yardımlar kalıcı olmamıştır. Maddi sıkıntılarını aşmak için kısa süreli memuriyetlerde çalışan Figânî, zamanla Edirne’ye gitmiş, bir dönem Seyyid Battal Gazi Türbesi yakınlarında bir zaviyede yaşamıştır; ancak sürekli ikamet yeri İstanbul olarak kalmıştır.
Şöhretin Getirdikleri ve Sonu
Figânî’nin ünü, Kanunî Sultan Süleyman’ın şehzadeleri Mustafa, Mehmed ve Selim için 1530 yılında düzenlenen ihtişamlı sünnet düğününde yazdığı “Sûriyye” kasidesiyle doruğa ulaşmıştır. Bu kaside, devrin önde gelen şairleri Hayalî Bey ve Zatî gibi isimler arasında da büyük beğeni toplamıştır. Ancak artan şöhreti, onun başına talihsiz olaylar da getirmiştir. Sadrazam İbrahim Paşa hakkında yazdığı bir beyit yüzünden düşmanlarının hedefi olmuştur. “Dü İbrâhîm âmed bedâr-ı cihan / Yekî büt-şiken şüd dîger büt-nişan” beyti (“Dünyaya iki İbrahim geldi, biri put kırdı, öteki put dikti“) olarak bilinen bu beyit, İbrahim Paşa’nın Budin’den getirdiği heykellere yönelik bir eleştiri olarak anlaşılmıştır. Osmanlı İslam Ansiklopedisi’ne göre, bu beyit Figânî’ye mal edilse de aslında çok daha eski bir beyit olduğu düşünülmektedir. Figânî’nin bu söz yüzünden dönemin İstanbul subaşısı tarafından yakalanarak işkence gördüğü ve 1532 yılında idam edildiği kaydedilmişti
Edebi Mirası ve Sanat Anlayışı
Figânî’nin genç yaşta ölümü, derli toplu bir eser bırakmasına engel olmuşsa da sekiz kaside, 107 gazel ve iki tahmis gibi edebi miras bırakmıştır. Eserlerinde sade Türkçeye, atasözlerine, halk deyimlerine ve güçlü hayal gücüne geniş yer vermiştir. Abdülkadir Karahan tarafından İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, Edirne Selimiye Kitaplığı ve Paris Bibliothèque Nationale’de bulunan nüshalarla karşılaştırılarak Figânî’nin divançesinin tenkitli bir basımı hazırlanmıştır. Şairin gazelleri uzun süre çeşitli şiir mecmualarında yayımlanarak XIX. yüzyılın sonlarına kadar halk arasında okunmaya devam etmiştir.
Figânî, Osmanlı şiirinde toplumun eleştirisini ve sade dil kullanımıyla dikkat çekmiş; zengin bir hayal gücüne sahip olması, eserlerinin kalıcılığını sağlamıştır. Bu özellikleriyle divan edebiyatında kendine özgü bir yer edinmiş, arkasında silinmez izler bırakmıştır.
Kerim Yarınıneli/KerimUsta.com
Kaynaklar:
- İslam Ansiklopedisi, “Figânî”
- Vikipedia – “Figânî”
- Karatay, Hasan (2007), Divan Şiiri Antolojisi
- Karahan, Abdülkadir (1953), Figânî Divançesi
- Latîfî, Latîfî Tezkiresi
- Çimariva: Denizcilik Tarihinden Günümüze Bir Gelenek - 9 Aralık 2024
- Ziya Gökalp: Türkçülüğün Büyük Düşünürü - 8 Aralık 2024
- Beynimizin Depolama Gücü ve Teknolojiyle Yarışı - 7 Aralık 2024