Bağdat’ın Osmanlı Hakimiyetine Girmesi

Kategori: Tarihi Konular | 0
Bağdat'ın Osmanlı Hakimiyetine Girmesi

Prof. Dr. Remzi KILIÇ

BAĞDAT’IN OSMANLI HAKİMİYETİNE GİRMESİ VE KANUNİ’NİN BAĞDAT’TAKİ FAALİYETLERİ

Özet:
Osmanlı Padişahı Kanuni, adına hutbe okunması ve kale anahtarları gönderilmiş olması sebebiyle, Safevîler’den Bağdat’ı kurtarmak ve Irak’ı fethetmek üzere Divân’da alınan sefer kararı üzerine harekete geçmişti. Padişah’ın emri üzere toplar ve cephâne önceden yarar beyler ile Diyarbakır’a gönderilmiş, beylerbeyiler ile sancak beylerine sefer hazırlığı görmeleri için hükümler yollanmıştı. Gereken yerlere “umerâ tayin ve tebdîl” olunarak, Nisan 1529’dan beri resmen “Serasker” unvanı verilmiş olan, Veziriâzam İbrahim Paşa, Halep’te kışlayıp hazırlıkları tamamlamak üzere, üç bin tüfenkçi yeniçeri ile 21 Ekim 1533 tarihinde Üsküdar’dan Irakeyn Seferi’ne hareket etmiştir.

“Irakeyn Seferi” olarak tarihe geçmiş olan, Kanuni Süleyman’ın Şiî-Safevî Devleti’ne karşı giriştiği, Osmanlı-İran savaşı (940-942/1533-1535) XVI. yüzyıl Türk siyasî ve askerî tarihinin çok önemli bir dönüm noktasıdır. Bu savaşın sebebi olarak, Şiî-Sünnî gerginliği, Bağdat ile Bitlis meselesi ve Ulama Han’ın Osmanlı Devleti’ne, Şeref Han’ın Safevîler’e ilticâsı olayları pek çok kaynakta müttefiken yer almaktadır.

11 Haziran 1534 Perşembe günü Kanuni Süleyman’da, Üsküdar’a geçerek bizzat Orduy-ı Hümâyûn ile İran üzerine yürümüştür. Safevî Şahı Tahmasb, elindeki güçlü ve inatçı Türkmen-süvari birliklerine rağmen, meydan savaşı vermeyerek, hep kaçmayı tercih etmiştir. Kanuni, çok kalabalık Osmanlı Ordusu ile Şah Tahmasb’ı takibe koyulmuştur. O yaklaştıkça Tahmasb kaçıyordu. Geçmişten çok iyi ders alan Şah Tahmasb, Osmanlılara karşı kaçarak bıktırma, yiyecek ve içecek sıkıntısı ile usandırma, Kış ve tabiat şartları ile yıpratma, can ve mal kaybı ile yorma ve terk ettirme taktiğini, sefer boyunca devam ettirmiştir.

1534 yılı Ekim ayının son haftasında, Kanuni, çekilen sıkıntı ve yaklaşan Kış mevsiminden dolayı, devamlı kaçan Şah Tahmasb’ı takipten vazgeçerek Bağdat’a çekilmeye karar vermiştir. Amaç, Kışı Bağdat’ta geçirip Yaz’ın yeniden Şah Tahmasb’ı savaşa mecbur etmekti. Bin bir güçlükle Kanuni, Bağdat’ın yolunu tutmuştur.

28 Kasım 1534’de Veziriâzam İbrahim Paşa, önden herhangi bir direnişle karşılaşmaksızın Bağdat’a girmiş, Türk beyleri ve Bağdat halkı Kanuni’nin gelişi için şehri hazırlamıştır. Bağdat Kalesi’nin bütün burçlarına Osmanlı-Türk bayrakları çekilmiştir. 29 Kasım 1534’de Bağdat’ın anahtarları Emir-ialem Câfer Bey tarafından Kanuni Süleyman’a takdim edilmiştir. 30 Kasım 1534’de eski Abbasî halifelerinin merkezi olan Bağdat şehrine Kanuni Sultan Süleyman büyük bir törenle girmiştir. Bağdat’ta Kanuni’yi karşılayanlar arasında büyük Türk Şairi Fuzulî de vardır. Fuzulî, Kanuni’nin gelişine; “Geldi burcu evliyâya pâdişahı nâmdâr” ifadesiyle (941h.) tarih düşürmüştür. Yetmiş beyitlik meşhur Bağdat Kasidesi’ni Kanuni Süleyman’a takdim etmiştir. Padişah, büyük İslâm bilgini İmâm-ı A’zam Ebû Hanife’nin kabrini ziyaret ederek dua ve niyâzda da bulunmuştur.

Bağdat’ta dört ay kadar kalan Kanuni Süleyman, önce Hanefi Mezhebi’nin kurucusu Ebû Hanife’nin kabrini ziyaret ederek çiniler ile süslü bir türbe ile Camii yapılmasını emretmiştir. Daha sonra İmam Musa Kâzım’ın ve Abdulkâdir Geylânî’nin türbelerini ziyaret ederek kubbelerini ve diğer tâdilât ve onarımını yaptırarak hem Sünnîlerin hem de Şiîlerin gönüllerini kazanmıştır. Kanuni, dört ay kaldığı Bağdat’ta; bütün Irak-ı Arab’ı Osmanlı hakimiyetine alarak araziyi tahrir ettirmiştir. Bağdat ve havâlisinde tımar ve zeamet usullerini tatbik etmiştir. Kûfe, Kerbelâ, Necef gibi yerleri, Ehl-i Beyt’in makamlarını ziyaret ve tamirat ile Şiî halkın muhabbetini de elde etmiştir.

Kanuni, Bağdat’tan her tarafa Irakeyn’nin fethini bildiren fetihnâmeler göndermişti. Kendisine de Özbek Ubeydullah Han’dan hem Şiî-Safevîlere karşı birlikte hareket etmeyi isteyen bir mektup, hem de Kanuni’nin Bağdat’ı fethi üzere bir tebriknâme gelmiştir.
Kanuni’nin İran’a yaptığı bu ilk sefer görünüşte gayesine ulaşmıştı. Bitlis ve Bingöl’den Erdebil’e kadar Azerbaycan ülkesi ve merkezi Tebriz şehri ile Bağdat ve havalisi fethedilmiş oluyordu. 1535’te Bağdat’ta “Bağdat Beylerbeyliği”ni teşekkül ettiren Kanuni Süleyman, bu eyalete ilk Osmanlı valisi olarak Ramazanoğlu Uzun Süleyman Paşa’yı getirmiştir. 31 Mart 1535’te Bağdat’tan ayrılan Kanuni, Azerbaycan valisi Ulama Paşa’nın yardım isteklerine karşı Tebriz’e doğru hareket etmiştir.

Kanuni Süleyman’ın Bağdat seferi sonucu, Osmanlı Devleti’nin, Şattü’l-Arap ve Basra üzerindeki gücü artmış, hatta Mısır’da Süveyş Limanı, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint Denizi Osmanlı Devleti’nin nüfuzu altına girmiştir. Bu seferden sonra Kanuni’nin nâmı Hind’e Sind’e kadar gitmiştir. Bu araştırmada Bağdat’ın Osmanlı Devleti hakimiyetine girmesi ve Kanuni’nin Bağdat’taki faaliyetleri, kaynaklardan ayrıntılı olarak sunulacaktır.

BAGHDAD’S FALL IN T0 OTTOMAN POWER AND KANUNI’S ACTIONS IN BAGHDAD

Summary:
Since the khutba was done in the name of the sultan in the city, the keys of the city had been sent to Istanbul and Divan decided a expedition to recover Baghdad from Safavids and to conquer Iraq Ottoman Sultan Kanuni began to the campaign. By the Sultan’s directive arsenal and canoons has been sent to Diyarbakir by some rulers previously. Orders were sent to “Beylerbeyi” and to flag officers for preparations of campaign. Rulers and officers appointed to required positions. To winter in Halab and complete the preparations Grand Vizier Ibrahim Pasha, who officially become serasker in April 1529, joined to Irakeyn Campaign with 3000 Janissary gunman from Uskudar in 21 of the September 1533.

Ottoman–Iran war (940-942/1533-1535) that Kanuni opened against Shiite-Safavid State named in the history as “Irakeyn Campaign” is a landmark in the XVIth century Turkish political and militarial history. Baghdad and Bitlis cases, Ulama Han’s seeking asylum in Ottoman Empire and Sheref Han’s asylum in Safavids were stated as reasons of the war in many resources in common.

In 11th of July 1534, Thursday, Suleyman the Magnificent passed to Uskudar and moved to Iran with “Orduy-i Humayun” (Ottoman Army). Shah of Safavids Tahmasb, despite to his strong and decided Turkmen-cavalier troops, decided to escape instead of a pitched battle. Kanuni followed Shah Tahmasb with numerous Ottoman Army. As he followed, Tahmasb continued to escape. Shah learned much from the lessons of the past, he continued to tactics of annoying by escaping, tiring with lack of food and water, fraying with winter conditions, exhausting with lost of soldiers and goods throughout the campaign against Ottomans.

By the last week of the September 1534, because of existing difficulties and oncoming winter, Kanuni gave up following Shah Tahmasb and decided to settle in Baghdad. The aim was to wait in Baghdad in winter and in summer compelling Shah Tahmasb to fight. Kanuni took the way of Baghdad with many difficulties.

In 28 of the December 1534, Grand vizier Ibrahim Pasha, came in to Baghdad without any resistance faced previously. Turkish rulers and resident population of Bagdad prepared the city for arrival of Kanuni. Ottoman-Turkish flag was hoisted on all of the bastions of Baghdad castle. In 29 of the December 1534, keys of the Baghdad were presented to Kanuni Suleyman by Emir-ialem Cafer Bey. By the 30th of December 1534, Ottoman Sultan Kanuni entered to Baghdad the former center of Abbasi caliphs with an effulgent ceremony. Great Turkish poet Fuzuli was also among who greeted Kanuni in Baghdad. Fuzuli noted the date of Kanuni’s arrival by the expression: “geldi burcu evliyaya padisahi namdar” (941 of the Hegira). He presented his famous “Bagdat Kasidesi” (Baghdad encomium) which consists of 70 verses to Kanuni. The sultan, visited grave of great Islamic scholar Imam-i A’zam Ebu Hanife, he prayed and invoked there.

Kanuni Suleyman, stayed four months in Baghdad, firstly visited grave of Ebu Hanife who is the founder of Hanefi order and ordered to build a tomb elaborated with ceramic tiles and a mosque. Then he visited Imam Musa Kazim and Abdulkadir Geylani’s tombs, their domes repaired and their maintenance and reparation were done. Thus, sympathy of both Sunnis and Shiites achieved.

While Kanuni was staying for four months in Baghdad, conquered all the Arabian Iraq and registered all the lands. “Timar” (horse groom) and “zeamet” (manor) systems were applied for Baghdad and the lands around the city. Tombs of “Ehl-i Beyt” were visited and renewed in cities like Kufe, Karbala and Najaf and achieved appreciation of Shiite people. Kanuni send “fetihnames” (documents of declaration of conquest), that declares conquest of Irakeyn, to everywhere. Also Uzbek Ubeydullah Han sent a letter that enounces willing for cooperation against Shiite-Safavids and a letter of congratulation for conquest of Baghdad to him.

Kanuni’s this first campaign to Iran achieved its goals apperently. From Bitlis and Bingol to Erdebil all of the Azerbaijan lands and a centric city Tebriz and Baghdad with the lands around it have been conquered. Kanuni formed “Baghdad Beylerbeyligi” in Baghdad in 1535 and nominated Ramazanoglu Uzun Suleyman Pasha to this commonwealth as the first Ottoman vali. Kanuni leaved Baghdad in 31 of the March 1535 and moved to Tabriz to correspond to Azerbaycan’s vali Ulama Pasha’s request for help.

Consequences of the Kanuni’s expedition to Baghdad are that Ottoman Empire got strong in Shatt al-Arab and in Basra and Ottoman penetration spread to Suez Seaport in Egypt, Red Sea, Persian Gulf and Indean Ocean. After this campaign, Kanuni’s fame reached to India and Southeast Asia. In this research Baghdad’s falling in to Ottoman Empire’s power and Kanuni’s activities in Baghdad will be presented from resources with details.

Giriş:
1529 tarihinde Bağdat Hâkimi Zülfikâr Han, şehrin anahtarlarını İstanbul’a göndererek Kanuni Sultan Süleyman adına Bağdat’ta hutbe okutup, para bastırmış ve burasının Osmanlı Devleti’ne bağlı olduğunu ilân etmişti1. Bağdat Hâkimi Zülfikâr Han, Osmanlı Devleti’nden yardım gelinceye kadar şehri Safevîler’e karşı savunabileceğini de bildirmişti. Kanuni Süleyman, bu çağrıya Viyana Seferi’nde (1529) olduğu için henüz yardım gönderememişti.

Safevî Şahı Tahmasb; “Sakın olmaya ki ülkeler fetheden Cihân Padişahı, Bağdada mâlik olub o yoldan İran ve Turan zaptına ve teshirine sâlik olmaya” diye, korkuya düşüp Haziran 1529’da ordusuyla Bağdat’a gelerek, Zülfikâr Han’ı şehit etmişti2. Bu olaydan sonra Kanuni Süleyman’a Bağdat halkına zamanında el uzatamadığı için Safevîler üzerine sefer yapması adeta bir borç haline gelmişti.

Kanuni, uzak diyârlarda seferde iken, Şiî-Safevî propagandasının etkisi ile Bitlis hâkimi Şeref Han, Bitlis’i Safevîler’e teslim ederek, karşılığında Şah Tahmasb’dan Azerbaycan hükümetini umuyordu3. 22 Haziran 1533’te “İstanbul Muahedesi”yle, Macaristan’ın fethi tamamlanmış, Avusturya “tabi” hale getirilmişti. Bundan sonra hem Bitlis hakimi asî Şeref Han’ın cezalandırılması, hem de Bağdat’ın zaptı hedef tutularak İran Seferi hazırlıkları başlatılmıştı4.

Osmanlılar bu seferle, Safevîleri tamamen Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan atmak, Basra Körfezi ve Hazar Denizi arasında tutunmak istiyorlardı. O zamanlar Kuzey Irak, Osmanlıların, Orta ve Güney Irak ise Safevîlerin elinde bulunuyordu5. Osmanlı Devleti ile Safevî Devleti arasındaki ilişkiler aslında, 1514 Çaldıran savaşından sonra hiç düzelmemiş, Şah İsmail’in Anadolu’ya yaptığı propaganda sebebiyle bir türlü barış yapılamamıştı.

Kanuni, İran Seferi’ne çıkmadan önce Safevîler’e karşı; Semerkant Hanı Ebu Said’i (1530-1533), Buhara Hanı Ubeydullah’ı (1533-1539), Türkistan Hanı Abdullah’ı vb. bir kısım Türkistan muhiti hükümdarlarını birlikte harekete davet etmiştir6.

Şah Tahmasb’da, Kanuni’nin bu girişimi karşısında boş durmamış, bir taraftan babası Şah İsmail gibi, Osmanlı ülkesine casusları vasıtasıyla Şiîlik propagandasını körüklüyor, diğer taraftan Osmanlılar aleyhine Avrupa’daki; Almanya, Avusturya, Portekiz, Macaristan gibi Hıristiyan devletler ve Papalık ile ittifaklar sağlamaya çalışıyordu.

Safevîler, dinî bir motifle Şiîlik mezhebini temel politikaları yaparak Türk unsurunu, yine Sünnî Müslüman olan Türklere karşı kullanmaktaydılar. Her iki devlette siyasî nüfuzlarını kullanarak İslâm aleminde büyük ve kuvvetli bir saltanat kurmak istiyorlardı7.

Osmanlı Padişahı ve İslâm Halifesi kabul edilen Kanuni, adına hutbe okunması ve kale anahtarları gönderilmiş olması sebebiyle Bağdat’ı kurtarmak ve Irak’ı fethetmek üzere Divân’dan çıkan karar üzere sefer için harekete geçmiştir. Padişah’ın emri üzere toplar ve cephâne önceden yarar beyler ile Diyarbakır’a gönderilmiş, beylerbeyiler ile sancak beylerine sefer hazırlığı görmeleri için hükümler yollanmıştır. Gereken yerlere “Umerâ ta’yin ve tebdîl”8 olunarak, Nisan 1529’dan beri resmen “Serasker” unvanı verilmiş olan, Veziriâzam İbrahim Paşa, Halep’te kışlayıp hazırlıkları tamamlamak üzere, üç bin tüfenkçi yeniçeri ile 21 Ekim 1533 tarihinde Üsküdar’dan Irakeyn Seferi’ne hareket etmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman’ın Bağdat Seferi (1534):
İbrahim Paşa, Halep’te kışlayıp, gereken tedbirleri almış ve Nisan 1534’te Halep’ten Doğu Anadolu’ya doğru İran üzerine yönelmiştir. 11 Haziran 1534 Perşembe günü Kanuni Süleyman’da, Üsküdar’a geçerek bizzat Orduy-ı Hümâyûn ile İran üzerine yürümüştür10. 7 Ağustos 1534 Cuma günü İbrahim Paşa, bütün beylerbeyileri ve ordu ile Tebriz’e girmiş, yıllardır muattal kalan Uzun Hasan Camii’nde, Ehl-i Sünnet üzere Cuma Namazı kılınmış ve Padişah-ı İslâm (Kanuni Sultan Süleyman) adına hutbe okutulmuştur11. İran Şahı Tahmasb, Horasan’da iken durumu haber alarak Tebriz’e doğru harekete geçmiştir. İbrahim Paşa hemen askerini Tebriz’in doğusundaki Ucan veya Avcan Yaylası’na çekmiş, bir taraftan da kendi el yazısıyla Kanuni’ye acele gelmesi için bir mektup göndermiştir12.

İbrahim Paşa’nın içinde bulunduğu nâzik durumu göz önüne alan Sultan Süleyman, Erciş’ten itibaren üç konağı bir ederek süratli bir şekilde ordusuyla 19 Rebiulevvel 941/28 Eylül 1534 Pazartesi günü Tebriz’e gelmiştir. “Tebriz halkı cümleten çıkub Pâdişahı istikbâl idub (yollara) bi nihâye kumaşlar halılar döşediler.” Şallar ve kumaşlar ile şehri donatan Tebrizliler Pâdişahı Sâd-âbâd Ovası’nda karşılamışlardır13. 1514 yılında bu hadiseden yirmi yıl önce de Tebrizliler, Yavuz Sultan Selim’i böyle bir mutantan merasimle karşılamışlardı.

29 Eylül 1534’de Kanuni Süleyman ve Serasker İbrahim Paşa, Ucan (Avcan) yaylağında Şah Tahmasb’ın ordusu gelmeden buluşup askerlerini birleştirdiler. İbrahim Paşa ve askerleri Padişahı selamlayıp, sevindiler14. İki ordunun birleşmesi, Safevî Şahı’nda taarruz şöyle dursun, savaş kabulüne bile cesaret bırakmayarak 30 Eylül 1534’den itibaren geri çekilmelerine sebep olmuştur. Şah Tahmasb, Çaldıran hâtıralarının hâfızalarında canlılığını koruduğunu düşünerek selâmeti tekrar ülkenin doğusuna doğru çekilmekte bulmuştur15.

Bu olayla gerçekten Osmanlı Ordusu kudret ve güç kazanmış, vuruşmayı göze alamayan Şah Tahmasb, endişe ve çaresizlik içinde memleketinin iç taraflarına doğru çekilmiştir. Burada iki önemli gelişme daha görmekteyiz. Tahran yönüne doğru giden Şah Tahmasb’ın ve ordusunun takibi kararlaştırılmıştır. Bir de Tebriz Osmanlıların eline geçmiş olduğundan, Safevî başkenti Kazvin’e nakledilmiştir. Bu da kültür bakımından Türk olan Tebriz yerine, artık Safevîler Kazvin’de İran-Fars kültürünün etkisinde kalacaklardır16.

Osmanlılar yüz elli bin kişilik bir ordu ile aylarca İran topraklarında, Safevî Ordusu’nu arayarak savaşmak için birçok sıkıntılar çekmiştir. Babası Şah İsmail ve Safevî Ordusu’nun Çaldıran savaşında Yavuz Sultan Selim’den yediği ağır darbeyi hatırladıkça, Osmanlı Ordusu’na karşı koyamayacağını anlayan, Şah Tahmasb, elindeki güçlü ve inatçı Türkmen-süvari birliklerine rağmen, meydan savaşı vermeyerek, hep kaçmayı tercih etmiştir17.

Böylece Osmanlı Ordusu’nu yıpratmayı, yıldırmayı, adetâ geldiğine-geleceğine pişman ederek, eli boş tekrar Anadolu’ya dönmelerini temine çalışıyordu. Safevî Ordusu daha Doğu Anadolu’da, Osmanlılar Avrupa’da seferde iken; Erzincan, Erzurum, Ağrı başta olmak üzere birçok yerleri yakıp-yıkarak, onların yararlanabileceği ne varsa, hayvan, bitki ve diğer canlıları tahrip ederek, İran içlerine doğru çekilmişlerdi. Amaç hem kendi askeri birliklerini ölümden korumak, hem de Osmanlı askerini bıktırmak ve yormaktı. Ayrıca doğu halkının gözünü korkutmak ve Osmanlı yanlısı oldukları için onları cezalandırmaktı.

Kanuni Süleyman, Osmanlı Ordusu ile Şah Tahmasb’ı takibe koyulmuştur. O yaklaştıkça Tahmasb kaçıyordu. Geçmişten çok iyi ders alan Şah Tahmasb, bu kaçarak bıktırma, yiyecek ve içecek sıkıntısı ile usandırma, Kış ve tabiat şartları ile yıpratma, can ve mal kaybı ile yorma ve terk ettirme taktiğini, sefer boyunca devam ettirmiştir18.

Kânunî 26 Rebiu’levvel 941/5 Ekim 1534’te Ucan yaylağından hareket ederek Zengan yolu ile Sultaniye istikametine hareket etmiştir. “Elbette Şah neredeyse üzerine varılsın, Tanrı’nın takdiri ne ise meydana gelsin” diyerek, Rumeli askeri ile İbrahim Paşa, öncü kuvvetlere komuta etmektedir. Padişah hassa askeri ile ortada ve Karaman askeri artcı (dümdâr) birliklerini oluşturmaktadır. Anadolu ve Kürdistan askerleri ise sağ ve sol yanlarda bulunmaktaydılar. Takip harekâtına başlanmış, fakat temas bir türlü sağlanamıyordu19.

Ucân’dan hareketle Hân-ı Abbas, Türkmen Kenti, Karanguçay (Karatepe), Miyâne, Kaplaniyye, Serçehan, Hân-ı Nikbây geçilmiş, Zengân ile Sultaniyye arasına gelinmişti20 ki, Türkmen-Kızılbaş beylerinin Otağ-ı Hümayûn’u basacakları yolunda alınan haber üzerine tedbirli hareket edilmiştir. Kızılözen mevkiine gelindi ki, burası Azerbaycan ile Irak-ı Acem’in hududu itibar edilmekteydi, Karaağaç önünde İran askeri ile çatışmalar vukû bulmuştur. Burada Kûh-i Gilûye Hakimi Afşarlu Elvend Han’da kalabalık bir asker gurubuyla Behram Mirzâ ile birlikte hareket etmiş, netice de ağır kayıplar veren Kızılbaşlar, toplardan korktukları için dağlara doğru çekilerek Ebher’deki Şah Tahmasb’ın yanına dönmüşlerdir21.

Osmanlı ordusu, Kızılözen’i geçerek Irak-ı Acem topraklarında ağır ağır; ıssız, harap, halkı Kızılbaşlar tarafından göçürülmüş olan bir arazi de güçlükler çekerek, fakat azimle yol alıyordu ki, kar yağmaya başlamıştır22. Osmanlı ordusu 5 Reviu’l-âhir 941/13 Ekim 1534’te Zengân’dan sonra, İlhanlılardan Olcaytu Muhammed Hüdabende’nin yaptırdığı Sultaniye şehrine girmiştir. Burada bazı Türkmen beyleri, Kânunî Süleyman’a itaatlarını arzetmişlerdir. Fakat Şah Tahmasb’ın Ebher’den çekildiği haberi alınmıştır23.

Ebher’den sonraki Köşkü Rubâblar köyünde 21 Ekim’de konaklanınca Ulama Paşa’ya ve Dulkadırlu Mehmed Bey’e Tebriz’e varmaları için icazet verildi. Padişah’ın elini öptüler, Dulkadırlu Mehmed Bey, Adilcevaz cânibine sancak verilerek gönderilirken, Ulama Paşa’ya da Van câniblerini gözetme ve koruma vazifesi verilmiştir24.

Ekim’in son haftası 1534’te Kânunî Süleyman kalabalık Osmanlı ordusuyla, devamlı kaçan Şah Tahmasb’ı tâkipden vazgeçerek Bağdat üzerine yürümeye karar vermiştir. Padişah’ın amacı kış mevsimini Bağdat’ta geçirmek, Yaz’ın Şah Tahmasb ile yeniden savaşabilmektir. Kânunî daha Sultaniye’de iken şiddetli soğuklar ve kış başlamış, kar yüzünden askerler, binek ve yük hayvanları telefâta uğramıştır. Ebher köyü yakınlarında kışın soğuğu ve fırtına yüzünden orduda büyük bir telaş baş göstermiş, baskın var zannı ile askerler birbirine girip vuruşanlar bile olmuştur. İranlılar çekilirken gerilerinde yiyecek, içecek, yakacak hiçbir şey bırakmadan kaçıyorlardı. Develerin soğuktan ve kardan, öldüğü, bacaklarının kayıp kırıldığı görülmeye başlamıştır. Harekâtın zorluğu ve ağırlaşması üzerine doğrudan Bağdat’a yönelmeye karar verilmiştir25.

Hareketin intizamsızlığı ve perişanlık asrın en mağrur hükümdarı olan, Kânunî Süleyman’a, Kuh-i Elvend’de, bir kaç geceyi dağ başında aç ve susuz at sırtında geçirtecek dereceyi bulmuştu. Her gün yüzlerce insan ve hayvan soğuktan ölüyordu. 10 Kasım 1534’de büyük çaplı yüz tane top kundakları yakılarak toprağa gömüldü. Dağların ve yollardaki nehirlerin sel sularından, derelerden güçlükle kurtulan ordudan belki binlerce insan ve hayvan tedbirsizlik yüzünden 19 Kasım’da Şimrân-Dokuz Ölüm nehrinde boğulmuştur26.

Osmanlı ordusunun bu seferde en doğu da ulaştığı Karakan yaylağı aşılırken, hakikaten çok büyük insan, hayvan ve cephane, zayiatı verilmiştir27. Mevsimin kış; tipi, fırtına, kar, sel, yağmur ve soğuk olması adeta Osmanlı Ordusu’nu sarsmıştır. Bu hadiseyi yabancı sefirler adetâ ordunun yakın tâkibinde imişler gibi, hatırâtlarında zikretmişlerdir.

29 Ekim’de Dergüzin’den Hemedan civarındaki Destgir Köyü’ne konulmuş, zâhire tedariki yapılıp, bir gece kalındıktan sonra, 30 Ekim’de Hemedan’dan hareket eden Osmanlı ordusu, 16 Kasım 1534 Hânikîn konağına ve oradan Dokuz Ölüm Geçidi’nden Irak-ı Arap serhaddi olan Şât Irmağı kenarına kadar28, şu menzilleri geçmiştir; Hemedan, Aramend, Sâdâvâ, Derbend-i Sunkur, Dinever, Kala-i Dilâver, Razver Suyu’nu geçip, Hz. Veysel Karani, Mahideşt, Karamelik Meşesi, Ruhsân Çayı, Şems-i Alemdâr, Gulhûr Derbendi, Sofbulak Yaylağı, Kala-i Şahin, Kala-i Yeni İmâm Suyu, Kala-i Şirin, Hanikîn, Dokuz Ölüm, Ab-ı Şimrân ve Şât Irmağı kenarına gelinmiştir29.

Öte yandan iyi bir diplomat ve siyaset adamı olan, Başvezir İbrahim Paşa, Bağdat hakkında, Musul Sancakbeyi Seyyid Ahmed’den ve Hüseyin Büşra adında bir Türk casusu olan Arap’tan devamlı bilgiler almaktadır. Ayrıca Menteş Sultan adlı bir Acem Beyi ile de mektuplaşmaktaydı30. Şah Tahmasb, Doğu Horasan’ın merkezi olan Herat’a çekilmişti ki, Osmanlılara tâbi olan Giylan Emiri Dubâc (Muzaffer Sultan) ani bir akınla Sultaniyye ve Kazvin şehirlerini ve çevresini işgal etmiştir. Safevî Devleti’nin taht şehrinin Osmanlılara tâbi bir şahıs tarafından işgali, Şah Tahmasb’a Doğu’daki işleri yüz üstü bırakıp Batı’ya gelmesi lüzumunu sağlamıştır.

Safevîler, Doğu’da Türkistan’ı ellerinde tutan Doğu Türk Hakanlığı ki, Cuci ulusundan Şeybaniler ile savaşıyordu. Şah Tahmasb çok zor durumda olduğu halde, Osmanlı Devleti ile Şeybaniler’in tam bir işbirliği yapamamış olmasından dolayı Şiî-Safevî Devleti ortadan kaldırılamamıştır, diyebiliriz.
16 Kasım 1534’te Kânunî, Kasr-ı Şirin’i geçip Hânikîn konağına geldiği vakit, Bağdat Beylerbeyisi Tekelü Muhammed Han’ın adamı Hoca Hüseyin b. Danyal gelerek; “Bağdad’ı teslime hazır”, olduklarını bildirdi. Padişah’tan aman dileyen Bağdat Valisi Tekelü Muhammed itaat ve inkıyâdını arz etmesine rağmen, iki gün içinde çoluk-çocuğunu ve kıymetli eşyalarını da alarak İran içlerine doğru, Şah’tan aldığı emirle hiçbir mukavemet göstermeden, “bütün tevâb-i ile şehirden gemiler ile çıkub Basra ve Dizful yolu ile Şuster ve Fars’ın merkezi Şiraz”a kaçmıştır31. Bağdat Valisi Tekelü Muhammed Han’ın terk ederek kaçtığı Bağdat’a 22 Kasım’da İbrahim Paşa öncü kuvvetler ile bir an evvel yetişmek üzere gönderildi. Amaç şehri yağma ve tahripten kurtarmak ve Kânunî Süleyman’ın girişi için hazırlamaktır32.

28 Kasım 1534’te Bağdat’a maiyyetiyle giren Osmanlı Veziriazâmı İbrahim Paşa, kan dökülmeden valisiz ve askersiz olarak Bağdat şehrini Osmanlılara katılmak isteyen diğer Türk beylerinden ve Bağdat halkından teslim almıştır. Veziriâzam İbrahim Paşa, herhangi bir direnişle karşılaşmaksızın Bağdat’a girmiş, Türk Beyleri ve Bağdat halkı ile şehri Kanuni’nin gelişi için hazırlamıştır. Bağdat Kalesi’nin bütün burçlarına Osmanlı-Türk bayrakları çekilmiştir. 29 Kasım 1534’de Bağdat’ın anahtarları Emir-ialem Câfer Bey tarafından Kanuni Süleyman’a verilmiştir.

Kanuni’nin Bağdat’taki Faaliyetleri (30 Kasım 1534- 1 Nisan 1535):
Kânunî Sultan Süleyman, İstanbul’dan 10 Haziran 1534’te hareket ederek, Bağdat’a 30 Kasım 1534’te, altı ay içerisinde yüz yirmi üç konak yaparak gelmiştir. Çok büyük ve tarihi zorlu bir sefer olmuştur. Kânunî Sultan Süleyman’ı Bağdat’ta karşılayanlar arasında büyük Türk Şairi Fuzulî’de vardır ve gelişine; “Geldi Burc-ı Evliyâya Pâdişâh-ı nâmdâr” ifadesiyle, (941) tarih düşürmüştür. Meşhur yetmiş beyitlik Bağdat Kasidesi’ni Padişah’a sunmuştur. Padişah daha Bağdat’a girmeden önce askerin tümü ile İmam-ı A’zâm Ebû Hanife’nin mezarını ziyaret ederek dua ve niyâzlarda bulunmuş ve Allah’a şükürler etmiştir. Daha sonra orduyu Bağdat şehrine sokmadan kendisi maiyyetiyle şehre teşrif eylemişlerdir33.

Kânunî Süleyman, Dokuz Ölüm’den Bağdat’a kadar; Ab-ı Şimrân, Köşk-i Seylân, Ova-i Berdân, Ab-ı Nârin, Karye-i Şervin, Elvendiyye, Taşköprü, Şeyh Mekârım, Hz. İmâm-ı A’zâm ve Bağdat şehri menzillerinde konaklamıştır34.

Bu sırada Şah Tahmasb fırsattan yararlanarak tekrar Tebriz üzerine yürümüştür. Şehir’deki Türk garnizonunu ele geçirip, istihkâmları dağıtmış, Ulama Paşa, Van’a çekilmek zorunda kalmıştır. Kânunî Süleyman, Bağdat’ta kışlarken, Şah Tahmasb’ta Tebriz’de kışlamıştır. Hatta Ulama Paşa’nın bulunduğu Van’ı kuşatmıştır35.

Kânunî Süleyman, artık Bağdat’ta kışlamak ve Irak-ı Arab’ı tahrir ettirmek üzere, 7 Aralık 1534’te Anadolu ve Rumeli askerlerini kışlık ordugâhlarına gönderirken, Dulkadır, Karaman, Suriye…vs. askerlerini de terhis eylemiştir36. Kânunî Süleyman, Bağdat’ın yağma ve talan edilmesini önlemiş, Sünnî-Hanefi Mezhebi önderi, İmam-ı Azam’ın daha şehre girmeden mezarını tamir ve ziyareti ile halkın gönlünü kazanmıştır. Fakir-fukaraya sadakalar dağıtmış, bazı kimselere “emân” vermiştir.

Dicle ve Fırat’ın sınırlandırdığı bu tarihi ve muzaffer yol üzerinde Kânunî Süleyman, eski Babil’in tuğlalarından yapılmış olan Bağdat surlarına hayran kalmıştır. Kânunî Süleyman kendisinden evvel Timurlenk ve başka fatihlerin takibettiği yoldan Bağdat’a girmiştir. Büyük bir debdebe ile Bağdat Sarayı’na yerleşirken ayakları altına Asûrî Kralları’nın arma ve nişanları serilmiştir. Dört ay kadar Bağdat’ta kışlamış ve Şiîlik elinde mahvedilmiş olan bu İslam memleketinde birçok değişik yerleri ziyaret ve ihya etmiştir37.
Buraya manzum şekilde yazılmış Bağdat’ın fethi ile ilgili olan bazı beyitleri alıyoruz:

“Acem Ş’âhı’na Sultan itdi niyyet
Sahâbe ışkına oldu azimet

A’na gönderdi bir abd-i güzîni
Varub zapt eyledi ol Tebriz’i

Ki Rûm’dan kalkdı çekdi ana asker
İmamlar ışkına hep cümle yekser

Çeküb asker ana Şah-ı Cihân-gîr
Livâsı Pâdişâhûn âsman-gîr

A’nun mülkine çün kim ordı basdı
Kemânını anun tahtında asdı

Şeh-i Tahmas’ı ol kallaş-ı âlem
İderken da’vâ-yı merd-i dem-â-dem

Kılıç da’vâsını dâim ider de
Mukabele olub girmez neberde

Harâmî başı ol vesvâs-ı hannâs
İçi vû dışı küfrile tolı pas

Getürdi ayagı çavdı aradan (yön değiştirip kaçtı)
Belâsın viriser âhir Yaradan

Yıkub tahtını cümle itdi virân
Harâb olmış yatur hem şimdi el-ân

Göçüb azm eyledi Bağdad’a Sultân
Kerâmet sahibi ol nûr-ı Yezdân

Akup deryâ gibi ceyş-i fıravân (kalabalık ordu)
Kızılbaşun ilini itdi virân

Girub içine Bağdad’un oturdu
Kamu Kürd Beğlerin adli getürdi
…………………………..
Dokuz yüz kırk bir’inde oldı anı (941/1534)
Neler itdi neler dinle o hânı

İmâm-ı Azâm’ı hem itdi ma’mûr
Yatur kubbe içinde şimdi mestûr

Heman avn-i ilâhi oldı câri
Yapub etrafına muhkem hisârı

“38.Kânunî Süleyman, önce Hanefî Mezhebi müessisi İmam-ı A’zâm Ebu Hanife Numan b. Sabit’in kabrini buldurup, ziyaret ederek çini ile müzeyyen bir türbe ile camii yapılmasını emretmiş, sonra da İmam Musa Kâzım’ın ve Abdulkâdir Geylani’nin türbelerini ziyaret edip kubbe ve diğer tâdilat ve tâmiratlarını yaptırarak, hem Sünnî hem de Şiîleri fevkâlâde memnun bırakmıştır39. Bağdat’a girdiklerinde ilk Divan-ı Hümâyun’da Bağdat’ın fethinin kutlanması için bütün vezirler ve beylerbeyileri ile askerin ileri gelenleri Pâdişah’ın elini öpmekle şereflenmişler ve ümerâya hilatlar giydirilip, ihsanlar dağıtılmıştır. İbrahim Paşa’ya yirmi bin altın ile bir murassâ kılıç vermiş ve tahsisâtına da senede yirmi bin altın zammetmiştir40.
Süheylî, Bağdat ve civarının fethini; “Tahtgâh-ı Irak olan Şehr-i Dâru’s-Selâm küşvar-ı Rûm haceste-i rûsûma muzaf olub zabt olurdu ve etrafı ve cevânibde olan Şehribân ve İmam Ali şehirleri ve Şehr-izûl ve Kerkük ve Lûristan ve Gülhavran ve Hûzistan ve … Cezire vâsıfı dâhil zabt ve hukkâmı itimadî olmuşdur”41 diyerek ifade etmiştir. Karaçelebizâde de; “…Ve fukarâ için bir Dâru’d-Duyafâ (Düşkünler ve Kimsesizler Evi) tehye-i ihzâr olundu. Sultân-ı Ali necat hazretlerinin Bağdad’da ikâmetleri müddetinde mededkârı himmetleri berle müzâfât-ı Bağdad’dan olan Haruniye ve Ha’le, ve Şehribân nâm kaleler ve Lûristan ve Vastân ve Meşaşa ve Cezire ve Kâtif ve Bahreyn musahhır fermân-ı Sultan elberîn olub ol emâkân ve bekâ’a ferelkâb Şehinşah Cem cenâbı birle şerefyâb oldu”42 demektedir.

7 Aralık 1534 Pazartesi günü Kânunî Süleyman, ordugâhtan Bağdat’ta kışlamak üzere şehre taşınmıştır. Sultan Süleyman kışı burada geçirip, bahara doğru tekrar, İran üzerine yürüyüp Şah’ın henüz el değmemiş bir kuvvet mahiyyetini muhafaza etmekte olan ordusuna kesin bir darbe indirmeye karar vermiştir43. Bu arada Bağdat’ta Sultan Süleyman bütün Tekelü taifesine amân vermiş, Tekelüler Osmanlı hizmetine alınmış, içlerinden ileri gelen üç emire (Koca Veli, Budak Bey ve diğer biri) sancakbeyliği verilmiştir44.
Sultan Süleyman, “Burc-ı Evliya” denilen Bağdat’ı aldıktan sonra, bazı teşkilât da yapmıştır. Tebriz’den Bağdat’a gelirken Nişancı Seyyid Bey yolda vefat etmişti, onun Nişancılık hizmeti, Reisu’l-Küttab olan Celâlzâde Mustafa Çelebi’ye verilmiştir. Tezkirecelik ise Nişancı diye bilinen Ramazanoğlu Mehmed Çelebi’ye tevcih olunmuştur. Arazi tahriri, zeamet ve tımar teşkilâtı yapılmıştır45.
30 Kasım 1534’de eski Abbasî Halifelerinin merkezi olan Bağdat Şehri’ne Osmanlı Padişahı Kanuni büyük bir törenle girmiştir. Bağdat’ta Kanuni’yi karşılayanlar arasında büyük Türk Şairi Fuzulî’de vardır. Padişah kendisine iltifat etti ve vakıflardan maaş bağlanmasını emretti46. Padişah büyük İslâm bilgini İmâm-ı A’zam Ebû Hanife’nin kabrini ziyaret ederek dua ve niyâzda da bulunmuştur47.
Kanuni Süleyman, dört ay kaldığı Bağdat’ta; bütün Irak-ı Arab’ı fethedip, araziyi tahrir ettirmiştir. Bağdat ve havâlisinde tımar ve zeamet usullerini tatbik etmiştir. Kufe, Kerbelâ, Necef gibi yerleri, Ehl-i Beyt’in makamlarını ziyaret ve tamirat ile Şiî halkın muhabbetini de elde etmiştir48. Kanuni Sultan Süleyman Bağdat’tan her tarafa Irakeyn’nin fethini bildiren fetihnâmeler göndermişti. Kendisine de Özbek Ubeydullah Han’dan hem Şiî-Safevîlere karşı birlikte hareket etmeyi isteyen bir mektup, hem de Kanuni’nin Bağdat’ı fethi üzere bir tebriknâme gelmiştir49.
Sultaniye’den Hemedan’a gelirken Osmanlı ordusunun çektiği sıkıntılar ve verilen zayiatlar -kış, kar, tipi, fırtına, sel vs. yüzünden- neticesinde Diyarbakır’da iken Bağdat’a yürünmesi icâbederken, Tebriz’e hareket edilmiş, hayli telafâta müsebbip gösterilen İskender Çelebi yolda Dergüzîn civarında 24 Ekim 1534’de azledilmişti. Fakat yine de İbrahim Paşa ile arasındaki sürtüşme ve münaferet durmak bilmiyordu. “Hazine-i Hümâyun’u soymak için fesad tertib eylemişdür”50 gerekçesi, orduyu Diyarbakır’dan Tebriz’e sevketmeye sebep olması51, İbrahim Paşa’ya “Serasker Sultan” yerine dellallara “Serasker Paşa” talimâtı vermesi52, belki zengin ve iş bilir zeki kişiliği, Padişah’a sâdık devlet adamlığı, İskender Çelebi’nin hayatına mâl olmuştur. İskender Çelebi, İbrahim Paşa’nın Bağdat’ta bir divan’da, Kânunî Sultan Süleyman’a idam fermanını onaylatması ile 8 Ramazan 941/13 Mart 1535’te At Pazarı’nda idam edilerek, bütün serveti hazineye müsadere edilmiştir53.
Bundan başka Kânunî Süleyman, ayrıca Bağdat ve civarındaki ulemâ ve meşâyihin türbelerini tadil ve tamir ile süslü kubbeler yaparak muhafaza altına almıştır. İmam-ı Azam, Abdulkadir Giylânî, Musa Kâzım gibi büyük alimlerden başka, Kânunî Süleyman İlkbahar’da İskender Çelebi’nin katlinden sonra, Safevîlerin elinde baskı unsuru olan; Bağdat, Kûfe, Kerbela ve Necef’teki; Ehl-i Beyt’in makamlarını ziyaret etmiştir. Ramazan ortalarında (Mart 1535) Padişah-ı Cihânpenâh Meşhed-i Kerbelâ’ya giderek buradaki Peygamber neslinin türbelerini tamir ve hürmet ederek, Şiî halkında muhabbetini kazanmaya çalışmıştır54.
Karaçelebizâde’nin; “Der Medrese-i Manisa Mevlânâ Muslihiddin en-Niksârî Bağdad’da nâmzed hizmet kâdı oldu”55 ifadesiyle belirtildiği gibi, Kânunî Sultan Süleyman, Bağdat’ta sadece tahrir ve imâr faaliyetleriyle değil, kadı ve müderrislerin de medreselere tayin ve inâmlarını sağlamıştır.
Kânunî Süleyman’ın Kırım Hanı’na gönderdiği fetihnâmeyi (özetleyerek) alıyoruz: “Memâlik-i Mahmiyemden olub Vilâyet-i Kürdistan’a müteallık olan memleket-i Bitlis’de hâkim ve vâli olan Şeref nâm bed nihâd ve telbisin hiyaneti sebebiyle Kızılbaş-ı iblis zaptında idi. Teshir ve fethi hususunda sarf hüsn-i tedbir itdükleri ecilden Bitlis Kal’ası sair bekâ ve kal’ay-ı vettibâ ve mulhâkâtı ile meftuh ve meshur olub….Şânla hudud-u Azerbaycan’a duhûl idüb muazzamatu hasûn Acem’den Kal’a-i Van ve Sultan Adilcevaz ki… Feth idüb cümle tevâb-i ve muzafât-ı ve mülhâkâtı ile ekâlimi mahmiye-i husrevânemden kılub herbirinde ayin-i din kavim ve kavânin: Şeri’ây-ı kerim… İcrâ olunudukdan sonra cünûdu gâzâ vürûd ile memleket-i Azerbaycan’ın kadim taht-ı olan Tebriz şehrine azimet eyleyüb bu esnâda taife-i evbaş-ı Kızılbaş dâlâlet maaş’ın … Menâzil ve merâhil tayy idüb devlet ve ikbâl ve saadet ve iclâl ile diyâr-ı Azerbaycan’a dâhil olduğumuz Şah dalâlet penâh ve Şeyâtin-i Şah diyarına…Girüb diyar-ı Horasan’da kuvvet-i bazuya getürüb… Bu ümidle çıkub Irak-ı Acem’den Kazvin nâm şehre geldükde Elkâs ve Behram nâm karındaşların ve cümle hânların ve sultanların vs. leşker ve Şeytânat rehberin koşub… Serasker-i İslam idâmallahı muallaya Tebriz karbinde Said Ova nâm mahalde ikamette iken zikrolunan müfsidlerin gûruhu şekavet-i şükûh ile Ucan yaylağında vâki olan karavulları üzerine kasd idüb… Miyâne nâm mahalle geldiklerine… Ucan yaylağında askeri ikbâl ile müessirime mülâki olub… Destgâh’a Hâkimi Gilân Muzaffer Padişah… Arz-ı ihlas idüb on bin miktarı Gilân askeri ile gelüb mülâki olmuşdu…”56.
Görüldüğü üzere Sultan Süleyman, Kırım Hanı’na gönderdiği bu fetihnâme ile Irakeyn Seferi’nin bir hülasâsını yapmaktadır. Bizzat, Padişah’ın ifadesi ile seferin anlatıldığı bu belgeler, bize diğer tarihi kaynaklarla uygunluk arzettiğini göstermektedir. 1534-1535 Kışı’nda bütün “Irak-ı Arab”, Basra, Meşaşa, Katif, Bahreyn Adaları, Basra (Emir-i Raşid bizzat gelerek itaat ve inkıyadını arzetmeştir), Şehribân Kalesi, Dekuk, Haruniyye, Kerkük, Şehr-i Hale kaleleri Osmanlı Devleti’ne bağlanarak tahrir edilip evkafı yazılmıştır57.
Kânunî Süleyman, Bağdat’ta kaldığı müddetçe, şehri yeniden inşa edip, adaleti tesise ve barışçı bir idare ile Osmanlı Devleti’nin diğer kısımlarında geçerli olan umumî kaideleri ve kanunları orada tatbike çalışmıştır58. Kânunî Süleyman, Bağdat ve civarında bazı yerleşim yerlerini dolaşıp, ziyaret eylemiş ve bizzat görmüştür. Kal’acık, Hân-ı Beyrakî, Karye-i Müseyyeb, Kal’a-i Müseyyeb, İmam-ı Hüseyin, Berriye-i Necef, Bahr-i Necef, İmam-ı Ali, Kûfe, Berriye-i Kûfe, Zülkif Nebi, Kal’a-i Enhare, Hille, Hân-ı Beriz, Kal’a-i Berranî, Kerbelâ gibi merkezleri ziyaret etmiştir59.
Kanuni Süleyman’ın İran’a yaptığı bu ilk sefer, görünüşte gayesine ulaşmıştı. Bitlis ve Bingöl’den Erdebil’e kadar Azerbaycan ülkesi ve merkezi Tebriz Şehri ile Bağdat ve havalisi fethedilmiş oluyordu. Fakat Kanuni, Bağdat’ta iken Şah Tahmasb Kış mevsiminde yeniden Tebriz’i ele geçirmişti60
Bağdat Beylerbeyliği’ni teşekkül ettiren Kanuni Süleyman, bu eyalete ilk Osmanlı valisi olarak Ramazanoğlu Uzun Süleyman Paşa’yı getirmiştir. 31 Mart 1535’te Bağdat’tan ayrılan Kanuni Süleyman, Ulama Paşa’nın yardım isteklerine karşı Tebriz’e doğru hareket etmiştir61. 26 Nisan 1535’te Göktepe veya Gökyurt konağına gelinmiş, bir ay kadar kışlaklara dağıtılan askerlerin toparlanması beklenilmiştir. 22 Haziran 1535’te Osmanlı Ordusu Sarucakamış konağına geldiği zaman, Şah Tahmasb’ın Eşikağası (Teşrifât baş memuru) Ustacalu Han, “Şah’ın istenilen şartlarla barış anlaşmasına hazır olduğundan” bahsetmiş ise de, bu teklifin “tecessüs kasdı” ile olduğu düşüncesi üzerine reddedilmiş olduğunu görmekteyiz62. Kanuni Süleyman hiç bir darbe yemeyen Şah Tahmasb ve ordusunun zarar görmediği için barış girişimini samimi bulmamıştır.
Şah Tahmasb’ın gayesi, kuvvet ve teknik bakımdan kendilerinden çok güçlü olan Osmanlı kuvvetleriyle çarpışmamak ve yenilmemektir. Osmanlı Ordusu’nu Doğu Anadolu ve Azerbaycan içlerinde boş yere dolaştırarak, iyice yormak, morallerini bozmak, iaşe sıkıntısı ile müşkül bırakmak ve çaresizlik içinde dönüşe mecbur eylemektir63. Bundan sonra ise hiç yıpranmayan, muhafaza eylediği taze kuvvetler ile kaybettiği yerleri kolayca ele geçirmektir.
30 Haziran 1535’de Orduy-ı Hümâyûn’u, Sâdâbâd düzünde konaklatan Padişah Kanuni, 3 Temmuz 1535’de ikinci kez Tebriz şehrine, muhteşem bir alayla girmiş ve İbrahim Paşa ile birlikte Şah Tahmasb’ın sarayına yerleşmiştir. Bu arada Şah Tahmasb, Isfahan’a kaçmış, Ulama Paşa’da Şah’ın Yazlık Ordugâh-ı Ucan Yaylası’nı tutmuştur. Kanuni Süleyman on sekiz gün Tebriz’de kalarak, Uzun Hasan Camii’nde adına hutbe okutmuştur64.
Bu sırada Şah Tahmasb’ın kardeşi Sâm-Mirza, Horasan ve Herat valisi iken, Şah Tahmasb ile olan ihtilâfları yüzünden, Tebriz’e gelerek 21 Temmuz 1535 de Kanuni Süleyman’a sığınmıştır. Kanuni, O’nu kendisine oğul edindiğini duyurmuştur65. Şah Tahmasb’ın Isfahan’dan Sultaniye’ye gelmiş olduğu haberi üzere, Kanuni Süleyman, Tebriz’den hareket ederek, Şah ile kesin bir çarpışma yapmak üzere, 3 Ağustos 1535’de Dergüzin’e kadar gelmiştir. Burada durumun vahametini anlayan Şah Tahmasb, kardeşinin de Kanuni ile birlikte olduğunu görünce, endişeye kapılarak, derhal bir elçilik heyeti göndermiştir. Ustacalu Han Türkmen başkanlığındaki elçilik heyeti kabul edilip, dinlenmiş, ancak cevap verilmeden gönderilmiştir66.
Dergüzin konağında gelen Safevî elçilerinin, Irakeyn’i iki devlet arasında paylaşmak, yani Irak-ı Acem İran’da, Irak-ı Arap Türkiye’de kalmak şartıyla barış teklif ettikleri rivayet edilir. Başka bir görüşe göre de her iki Irak’ı ve Doğu Anadolu’daki Van havâlisi tamamen Türkiye’ye bırakılması şartıyla barış istenmiştir67. Bu barış teklifi gayet samimiyetsiz görülmüştür. Şah Tahmasb’ın bütün amacı, Osmanlı Ordusu’nun Safevi ülkesini bir an evvel terk etmesidir. Hiç ezilmemiş ve yıpranmamış askeri süvari kıtaları ile nasıl olsa hemen barışı bozabilir, sözde verdiği yerleri Kanuni Süleyman’ın İstanbul’a çekilmesiyle derhal geri alabilirdi. Kanuni, Sam-Mirzâ ve diğer Türkmen beylerini iltifatlar ile değerlendirip, onları Şah Tahmasb’a karşı siyasî ve idarî bakımdan güçlendirmek istemiştir. Şah’ın kaypak ve ürkek tavrını anlayan Kanuni, arada savaş cereyan etmeyince, çaresiz 20 Ağustos 1535’de tekrar Tebriz’e dönmüştür68.

Sonuç:
Kanuni Süleyman, bütün arzusuna rağmen, bir türlü Şah Tahmasb’ı yakalayıp, onunla meydan savaşı yapamamıştır. 27 Ağustos 1535’de Tebriz’den İstanbul’a dönmek üzere hareket etmiştir69. 10 Eylül 1535’de Erciş’e gelen Padişah, 5 Ekim 1535’de Bitlis’e gelerek kurulan Divân-ı Hümâyun’da Erzurum Eyaleti’ni teşekkül ettirmiş ve buranın beylerbeyliğine Dulkadırlu Mehmed Han’ı tayin etmiştir. Bitlis ve çevresini de Ulama Paşa’ya vermiştir70.
Ahlat, Adilcevaz ve Erciş, Irakeyn Seferi sonucu Osmanlı Devleti idaresine geçmiştir. Kanuni Süleyman dönüşünü Tebriz’den Diyarbakır’a doğru yaparken, Erciş, Adilcevaz ve Ahlat üzerinden gerçekleştirmiştir71. Erciş, Osmanlı Ordusu gittikten sonra Safeviler’e geçmiştir. Şah Tahmasb’ın süvari birlikleri, dönüş sırasında zaman zaman Osmanlı Ordusu’nu taciz etmeye çalışmışlar ise de netice alamamışlardır.
20 Ekim 1535’den itibaren Kanuni Süleyman yirmi iki gün Diyarbakır’da kalmıştır. 5 Kasım’da “Cuma Selamlığı”na çıkmıştır. Diyarbakır’da kaldığı müddetçe Safevîler’e karşı bir takım tedbirler almıştır. Buradan Anadolu ve Rumeli askerlerini terhis eylemiştir. 16 Kasım’da Urfa’ya, 24 Kasım’da Halep şehrine gelmiştir. 9 Ocak 1536’da İstanbul’a dönmüştür72. Kanuni Süleyman’ın bu sefer sırasında, İstanbul’dan gidiş-dönüşü bir yıl, altı ay, yirmi yedi gün, İbrahim Paşa’nın gidiş-dönüşü ise; iki yıl, iki ay, on sekiz gün sürmüştür73.
Kanuni Süleyman’ın altıncı büyük seferi olan, Irakeyn Seferi’nin sonuçları bakımından Osmanlı Devleti bir takım olumlu gelişmeler sağlamıştır. Evvelâ Anadolu’nun birlik ve bütünlüğü temin edilmiş, devletin siyasî ve coğrafî nüfûzu artmıştır. Bağdat başta olmak üzere Irak-ı Arap’ta birçok şehir ve kasabalar Osmanlı ülkesine katılmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu -Van ve Erciş hariç- tamamen ele geçirilmiştir. Kafkaslar ve Basra Körfezi’ne kadar olan yerler İran’a kapatılmış, Azerbaycan’ın geçici işgali, Erzurum Eyaleti’nin kurulması, Ulama Paşa başta olmak üzere Tekelü Ümerası’nın çoğunun Osmanlı Devleti’ne tâbi kılınması, Türkiye’nin Kafkasya sınırının teminat altına alınması gibi pek çok faydalı sonuçları olmuştur. Bununla birlikte bu seferin sonucunda; Safevî Devleti’nin ortadan kaldırılamayacağı ve bu devletin varlığına son verilemeyeceği de anlaşılmıştır74.
Coğrafî sahanın dağlık ve çok geniş bir arazi olması, seferi zorlaştırmış, ağır silahlar, mühimmat, iaşe, eşya vs. top cephâne taşımasında hayli güçlükler çekilmiştir. Osmanlı Ordusu’nun bu seferde; otuz bin kadar insan, yirmi bin kadar hayvan ve yüz büyük çaplı top zayiatı olmuştur75.
Sefer bölgesi, Şah Tahmasb’ın askerleri tarafından devamlı yakılıp-yıkılmıştır. Bölgede; bitki, hayvan, ağaç, ekin vs. bırakılmamış, insanlar göçürülmüş, arazi ıssız ve verimsiz hale getirilmiştir. Şah Tahmasb, Osmanlı kuvvetlerini bölgeyi terk etmeye, mecbur bırakmaya çalışmıştır76. Askerlerini devamlı kaçarak koruyan Şah Tahmasb, Osmanlı Ordusu çekilir çekilmez hemen Azerbaycan Eyaleti’ni, Van ve Erciş kalelerini güçlük çekmeden tekrar ele geçirip işgal edebilmiştir77. Seferin asıl gayesi olan; Safevî tehlikesini ortadan kaldırmak ve yakın doğuda hâkimiyeti rakipsiz olarak sağlamak arzusu gerçekleştirilememiştir78. İki devlet arasında kalıcı bir anlaşma veya uzlaşma sağlanamamıştır. Kanuni Süleyman’a, Şah Tahmasb, sefer boyunca üç defa barış için elçiler gönderdiği halde, reddedilmiştir. Padişah, O’nu niyetinde samimi bulmamıştır. Çünkü sıkıştıkça elçi gönderiyor, sonra bundan vazgeçiyordu.
Bu tarihi sefer, Osmanlı Padişahı Kanuni’yi yönelmiş olduğu Avrupa topraklarında yapmakta olduğu fütûhâtlardan da alıkoymuş gözükmektedir. Irakeyn Seferi sonucu Osmanlı Devleti ile Safevîler arasında barış yapılamamış, her iki devlet de birbirlerine karşı mücadeleden vazgeçmemiştir. Kanuni Süleyman’ın Bağdat Seferi sonucu, Osmanlı Devleti’nin, Şattü’l-Arap ve Basra üzerindeki gücü artmış, hatta Mısır’da Süveyş Limanı, Kızıldeniz, Basra Körfezi ve Hint Denizi Osmanlıların nüfuzu altında idi79. Kanuni’nin nâmı Hind’e Sind’e kadar gitmiştir. Irakeyn Seferi şiirlere konu olmuştur.
“Zıllu Yezdân dâviri devran Süleyman zemân
Husrev-i İran ve Turân Mâlik-i Mülkü Cihân
Menâkıb-i Sâhîb-kırân zemin
Ve zemânı Hazreti Sultan Süleyman Han”80
diyerek, şairler onun gücünü ve durumunu tasvir etmişlerdir.
Kanuni Süleyman’ı İslâm alemi, Müslümanların Halifesi, yer yüzünde Müslümanların hâmisi ve sığınağı kabul ederken, Osmanlı Devleti’ni de; Halife’nin yönettiği bütün Müslümanların güven kapısı, İslâm âleminin her sıkıntısının çözüme kavuşturulduğu bir Cihan Devleti kabul etmekteydiler.
Kanuni Süleyman, Irakeyn Seferi sırasında Bağdat’ta (1535) iken, Basra Valisi Mekamisoğlu Raşid gelerek bağlılığını arz etmiş, Kanuni Sultan Süleyman adına hutbe okutup, para bastırmıştı. Karşılıklı hediyeleşmeler dahi olmuştu. Sonunda varlığının Osmanlı Devleti’ne tabi olarak devam edebileceğini anlayan Emir Raşid, Bağdat Valisi Süleyman Paşa ile görüşüp, Osmanlı Devleti’ne katılma kararı almıştır. Bir çok hediyeler ve Arap atlarıyla, Kanuni Sultan Süleyman’a bir elçilik heyeti gönderip, Basra’nın bağlanmasını isteyen arz ve anahtarları takdim ettirmiştir81. 24 Temmuz 1538’de Edirne Sarayı’nda elçilik heyeti Padişah tarafından parlak bir merasimle huzura kabul edilmiştir. Basra Vilâyeti, Osmanlı ülkesine katılmış ve Basra valiliği, Emir Raşid’e verilmiştir. Bu suretle Irak-ı Arap tamamen Türk hâkimiyetine girmiş ve Osmanlı Devleti’nin hudutları Basra Körfezi’ne dayanmıştır82. Bu gelişmeler üzerine 24 Temmuz 1538’de Basra Eyaleti de kurulmuştur.

KAYNAKLAR:

  • Abdurrahman Şeref; Tarih-i Devlet-i Osmaniyye, 2. Baskı, İstanbul, 1315 h.
  • Akgündüz, Ahmet; Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri, C. I-VI, Fey Vakfı, İstanbul,
    1990-1993.
  • Asrar, Ahmet Nihat; Kânunî Sultan Süleyman ve İslam Alemi, 2. Baskı, Hilâl Yaynları,
    İstanbul, (t.y.).
  • Bostan (Ferdî); Süleyman-nâme (Kitab-ı Gazavât-ı Sultan Süleyman), Ayasofya Kitaplığı,
    Nr. 3317, (Türkçe Yazma), Süleymaniye Ktb., İstanbul, (t.y.).
  • Celalzâde Mustafa; Tabakâtu’l-Memâlik fi Derecâti’l-Mesâlik, Fatih Kitaplığı,
    Nr. 4423, (Türkçe Yazma), Süleymaniye Ktb., İstanbul, (t.y.).
  • Danişmend, İsmail Hami; İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C. I-IV, Türkiye Yayınevi,
    İstanbul, 1948.
  • Downey, Fairfax; Soliman le Magnifigue (Kânunî Sultan Süleyman),
    Çev. Enis Behiç Koryürek, l. Baskı, M.E. Basımevi, Ankara, 1950.
  • Emecen, Feridun; “Kânunî Süleyman Devri”, D.G.B.İ.T., C. X, Zafer Matbaası,
    Çağ Yayınları, İstanbul, 1989, (ss. 313-382).
  • Eyyubî, Menâkıb-i Sultan Süleyman, Haz. Mehmet Akkuş, Ankara, 1991.
  • Feridûn Ahmed Bey; Münşeatu’s-Selâtin, C. I-II, 2. Baskı, İstanbul, 1274-1275 h.
  • Gelibolu Mustafa Âlî; Kitâbu’t-Tarih-i Künhu’l-Ahbâr, Nr. 920, (Türkçe Yazma),
    Raşid Efendi Ktb., Kayseri, 1083 h.
  • Gökbilgin, M. Tayyip; “Arz ve Raporlarına Göre İbrahim Paşa’nın Irakeyn Seferindeki
    İlk Tedbirleri ve Fütuhatı”, Belleten, S. 83, C. XXI, Ankara, 1957.
  • ______________; “İbrahim Paşa”, İ.A., C. V/2, M.E. Basımevi, İstanbul, 1968, (ss. 908-915).
  • _____________; Kânunî Sultan Süleyman, 2. Baskı, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1992.
  • _____________; “Süleyman I”, İ.A., C. XI, M.E. Basımevi, İstanbul, 1970, (ss. 99-155).
  • Güngör, Erol; Tarihte Türkler, Ötüken Neşriyat, İstanbul, 1997.
  • Hezarfen Hüseyin b. Cafer, Tenkihu’t-Tevârih-i Mülûk, Süleymaniye Ktb.,
  • Esat Efendi Kitaplığı, (Türkçe Yazma), Nr. 2239, İstanbul, 1083 h.
  • Hilmi, M.; Kânunî Sultan Süleyman’ın 1533-1535 Bağdad Seferi, Askeri Basımevi,
    İstanbul, 1932.
  • Kantemir, Dimitri; Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükseliş ve Çöküş Tarihi,
    Çev. Özdemir Çobanoğlu, C. I-III, 1. Baskı, Ankara, 1979.
  • Karaçelebizâde Abdu’l-Aziz; Süleymannâme, Süleymaniye Ktb., Hacı Mahmut Kitaplığı,
    Nr. 4823, Bulak Matbaası, İstanbul, 1248 h.
  • ________________; Târih-i Ravzâtu’l-Ebrâr, Süleymaniye Ktb, Hüsrev Paşa Kitaplığı,
    Nr. 397, (Bulak Matbaası-Mısır), İstanbul, 1238 h.
  • Kevserani, Vecih; El-Fakih Ve’s-Sultan, (Osmanlı ve Safevîler’de Din Devlet İlişkisi),
    (Çev. Muhlis Canyürek), Denge Yayınları, İstanbul, 1992.
  • Kırzıoğlu, Fahrettin; Osmanlılar’ın Kafkas Elleri’ni Fethi (1451-1590), T.T.K.
    Basımevi, Ankara, 1993.
  • Kütükoğlu, Bekir, “Tahmasb I”, İ.A., C. XI, İstanbul.
  • Matrakçı Nâsuh es-Silâhi; Beyân-ı Menâzil-i Sefer-i Irakeyn-i Sultan Süleyman Han,
    Haz. Hüseyin Gazi Yurdaydın, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1976.
  • Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah; Sahâifu’l-Ahbâr fi Vekây-i ü’l-Asâr (I-III), (Terc.
    Nedim Ahmed), Hacı Mahmud Kitaplığı, Nr. 4741, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1285 h.
  • Nişancı Mehmed Paşa; Târih-i Nişancı Mehmed, İzmirli İsmail Hâkkı Kitaplığı,
    Nr. 2375, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1290 h.
  • Peçevi İbrahim Efendi; Tarihi Peçevi (I-II), İstanbul, 1281 h.
  • Rasim, Ahmed; Resimli Haritalı Osmanlı Tarihi, C. I-IV, I. Baskı, İstanbul, 1326-1328 h.
  • Renzo Sertoli Salis; Muhteşem Süleyman, (Çev. Şerafettin Turan), Ankara, 1963.
  • Saray, Mehmet; Türk-İran Münâsebetlerinde Şiîliğin Rolü, T.K.A.E. Yayınları, Ankara, 1990.
  • Solakzâde Mehmed Hemdemî; Solakzâde Tarihi (I-II), (Haz. Vahid Çabuk), Ankara, 1989.
  • Süheylî Ahmed b. Hemdem; Târih-i Şahî (Tarih-i Süheylî), Fatih Kitaplığı,
    Nr. 4356, (Mlf. Hattı Türkçe Yazma), Süleymaniye Ktb., İstanbul, (t.y.).
  • Sümer, Faruk; Safevî Devleti’nin Kuruluşu ve Gelişmesinde Anadolu Türkleri’nin Rolü
    (Şah İsmail ile Halefleri ve Anadolu Türkleri), T.T.K. Basımevi, Ankara, 1992.
  • _________; Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, T.T.K., Ankara, 1990.
    Tekindağ, M. C. Şehabeddin; Fatih’den III. Murad’a Kadar Osmanlı Tarihi (1451-1574)
    (Basılmamış Ders Notları), İ.Ü.E.F., İstanbul, 1977.
  • T.S.M.A., Ev. Nr. 5905; Özbek Han’dan Mektup.
  • T.S.M.A., Ev.Nr. 5441; Bağdat’ı fetih üzere gönderilen tebriknâme (1535).
  • T.S.M.A., Ev. Nr. 5860.
  • Yücel, Yaşar; Muhteşem Türk Kânunî ile 46 Yıl, 2. Baskı, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1991.
  • Uzunçarşılı, İsmail Hakkı; Osmanlı Tarihi, C. I-VIII, 5. Baskı, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1988.
Takip Et Kerim Usta:

Herkesin bir yaşama nedeni var. Benimkiyse, bir "Sevda"...