İnsanın sûret varlığının, mânâsından izler taşıması nedeniyle Mevlânâ, insanın fiziksel gelişimi ile manevî gelişimi arasında paralellik görmektedir. Şöyle ki; insanın fiziksel gelişim evreleri ile bunların özellikleri iyi okunup, yorumlanabilirse, insanın manevî gelişimine dair önemli ipuçları barındırdığı görülecektir. Cenin, öncelikle ana rahminde kan ile beslenerek büyüyüp gelişir. Doğum vakti geldiğinde dışarıdaki geniş dünyayı bilmediğinden kendi vatanını terk etmek istemez. Sancılı ve sıkıntılı bir süreçten sonra insan, yeni âlemine yani dünyaya taşınır. Bir dönem adaptasyon zorluğundan sonra bu vatanına da alışır. Dünya insan için terk edilmesi zor ve mükemmel bir âlemdir artık. Tasavvufî düşüncede dünya gerçek âlemin sadece sınırlı bir sûreti olması hasebiyle sonsuz âleme nispetle daracık ana rahmi mesabesindedir. İnsanın kendi sonsuz mahiyetini keşf ederek, kendi varlığını bu daracık âlemden sonsuzluk arenasına taşımak için yaptığı tüm uygulamalar sülûkun kapsamındadır.
İnsanın bu âlemdeki fiziksel varlığı ve gelişimi, doğum ile başladığı gibi insanın sülûk süreci içindeki yolculuğu da tasavvufî literatürde “vilâdet-i sânî/ikinci doğum” denilen doğumla başlamaktadır. Sâlik, bu doğumda sûfî ıstılahında kalp çocuğu (veled-i kalbî) denilen can potansiyelinin nüvesini, kendi derûnunda vücûda getirerek yeni bir varlık boyutu ve gerçek “ben”ini keşfe başlamıştır.
Devamını oku
Herkes Cennete Gitmek İster ama Hiç Ölmeden Cennete Gidilir mi?