Fatih döneminin önde gelen şairlerinden biri olan ve Türk edebiyatında Şeyhî ile Necâtî arasında yer alan Ahmed Paşa, II. Murad’ın kazaskerlerinden Veliyüddîn Efendinin oğlu olup Edirne’de doğmuş ve Bursa’da ölmüştür. Bursa’daki Muradiye medresesinde müderrislik yapan Ahmed Paşa, Edirne kadılığı sırasında padişahın dikkatini çekerek padişahın nedîmi ve hocası olmuştur. Şair, İstanbul fethine katılmış, daha sonra kazasker ve vezirlik rütbeleri de elde etmiştir.
Cafer Çelebi, 856 Şabân ayında (Ağustos 1452) Amasya’da doğmuştur. İlk öğrenimini Amasya’da babasından ve Amasya’nın önde gelen âlimlerinden almıştır. Eğitimini tamamlamak için Bursa’ya gitmiş ve Hâcı Hasan-zâde’den mülazım olmuştur. Önce Simav’da bir medreseye, sonra Simav kadılığına, 1489 yılında Edirne Bâyezîd İmâreti mütevelliliğine atanmıştır.
1492 yılına kadar süren bu görevden sonra İstanbul’daki Mahmûd Çelebi Medresesi müderrisliğine getirilmiştir. 1497’de Dîvân-ı Hümâyûn’a nişancı tayin edilmiştir.1497’de Dîvân-ı Hümâyûn’a nişancı tayin edilmiştir. 1511 yılındaki yeniçeri ayaklanmasından sonra padişah tarafından azledilmiş ve bir müddet devlet görevinde bulunmamıştır.
Menşei Mezopotamya’daki daha eski devrelere uzanmakla birlikte, bilhassa Asur Hüma: Hüma devrinden beri fırtına ve gök gürültüsü, yağmur, aynı zamanda bitki ve bereketlilik tanrısıyla özdeşleşen güneş tanrısının, dolayısıyla tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan hükümdarın da sembolü olur.
Bu sembol bir daire içinde kanatlı bir insan figürüdür. Veya sadece bir kuşun kanatları ve kuyruğu ile süslü bir disktir. Bu sembol Asur’daki kabartmalarda savaş sırasında veya savaştan zaferle dönerken Asur kralının başı üzerinde görülür. Aynı sembol, İranlılarda Hürmüz’ün sembolüne benzemektedir.
Kemal Ümmî’nin asıl adı İsmail’dir. XV.yüzyıl başlarında Niğde’de doğan bu şair, kaside, gazel ve mesnevi nazım şekillerinde dinî tasavvufî şiirler söylemiştir. Latîfî ve Âlî Mustafa Efendi onun Karaman’ın Lârende kasabasından olduğunu, müridlerinden menâkıbını yazan Âşık Ahmed ise Horasan’dan geldiğini söyler Şiirlerinde Ümmî Kemal mahlasını kullanmıştır.
“Yüzyıllara Göre Divan Edebiyatı Şair ve Yazarları” harf sırasına göre sıralama yapılarak hazırlandı. Ayrıca “sitemizde tanıtımları yapılmış olanlar” için link olarak bağlantıları verilmiştir.
Konu içerisinde bağlantı linkleri tarafımdan aralıklarla güncelleştirilmektedir. Lütfen bir yanlışımız olursa haber veriniz.
13. 14. Yüzyıl Divan Edebiyatı – 13.14.Yüzyıl Nazım
Dede Ömer Ruşeni de Fatih devrinde yaşayan tekke şairlerindendir. Tire kazasının Ruşen köyünden olduğu için Ruşeni lâkabıyla anılmıştır. Öğrenimine memleketinde başlayan Ruşeni, Bursa’da öğrenimini tamamlayınca müderris oldu. Karaman’a ve Bakü’ye gitti. Seyyid Yahya Şirvani’ye bağlandı ve Halvetilik tarikatı içinde yer aldı.
Seyyid Yahya’nın baş halifesi oldu; onun vefatı üzerine Karabağ, Gence ve Tebriz bölgesinde irşat vazifesi yaptı. 1487 yılında Tebriz’de vefat etti.
Şair Zeynep Hanım (öl.1474), Fatih devrinde Amasya’da yetişen iki kadın şairden biridir. Kadı olan babasından devrinin ilimlerini, Arapça ve Farsçayı öğrenen Zeynep Hanım, musikide de bilgi sahibidir. Onun tezkirelerde Fatih adına düzenlediği belirtilen Divan’ı ele geçmemiştir.
Şeyhî’ye nazireler yazmış olan Zeynep Hanım’ın tezkirelerde verilen örneklerden sade ve samimî şiirler yazdığı anlaşılmaktadır. Sehî’nin yer verdiği,
Şehâ bu sûret-i zîbâ sana Hak’dan hidâyetdür
Sanasın sûre-i Yûsuf cemâlünden bir âyetdür
Şeyhî XIV. yüzyılın sonu ile XV. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Şeyhî, Anadolu sahası Türk edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biridir. Şairin adı kaynaklarda bazen Yûsuf bazen de Sinan, Sinaneddin olarak geçer. Doğum yeri Germiyan (Kütahya)’dır.
Tabip olmasından dolayı “Hekim Sinan” adıyla şöhret kazanan Şeyhî, ilk öğrenimine dönemin önemli kültür merkezlerinden biri olan Kütahya’da başladı ve bu arada şair Ahmedî’den ders aldı. Tezkirelerdeki bilgilere göre, bilgisini ilerletmek üzere İran’a gitmiş, burada tasavvuf, edebiyat ve tıp öğrenimi görmüştür.
Özellikle göz hekimliğinde bilgisini ilerletti. Sehî’ye göre; Seyyid Şerîf-i Cürcânî ile sınıf arkadaşlığı da yapan Şeyhî, dönemin önde gelen İran şairlerinden Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî ve Hâfız-ı Şirazî’den etkilenerek memleketine dönmüştür. İran dönüşü Ankara’da Hacı Bayram-ı Velî’ye intisap ederek Şeyhî mahlasını alan şairin, Germiyanoğlu Yakub Bey’in özel tabibi olduğu ve daha sonra Çelebi Mehmed ve II. Murad’ın hizmetinde bulunduğu bilinmektedir.
Şahidi İbrahim
Muğla’da Mevlevihane’nin şeyhi Salih Hüdâyî Dede’nin oğlu olarak 875 (1470) yılında dünyaya geldi. Hayatıyla ilgili olarak Gülşen-i Esrâr adlı eserinin son kısmında bazı bilgiler vermekte ve Türkçe divanından bazı ipuçları elde edilmektedir.10 yaşında babasının ölümü üzerine bir müddet ipekçinin yanında çıraklık yaptı. Fakat okumak için bu mesleği bırakarak 18 yaşında Muğla’dan ayrılarak İstanbul’da Fâtih, Bursa’da Yıldırım medresesinde eğitim gördü. Muğla’ya dönen Şeyh Bedreddin’e, Lazkiye’de Mevlevî şeyhi Fânî Dede’ye ve sonrasında Mevlânâ Celâlettin-i Rûmî soyundan Paşa Çelebi’ye bağlandı. Bir müddet sonra Paşa Çelebi’nin oğlu Emîr Âdil’e hocalık