Osmanlı’da Kurban Bayramı

Osmanlı'da Kurban Bayramı

Osmanlı’da Kurban Bayramı

Allah rızasını kazanma yolunda yapılan kurban kesme fiili aynı zamanda muhtaçları ve fakir fukarayı gözetme yükümlülüğünü hatırlatan ve bunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamamız gerektiğini vurgulayan vacip bir ibadettir. İnanç kaynaklı her önemli olayda olduğu gibi kurban bayramı etrafında da geçmişten günümüze gelen bir sosyal yaşantı söz konusudur.

Teferruatta kalan kısmı zamana bağlı olarak değişen bu yaşantının günümüzde de varlığını büyük oranda devam ettirmesi ve herkesi kucaklaması en büyük dileğimizdir.

Kurban bayramının eski İstanbul’da nasıl yaşandığına baktığımızda çok renkli bir manzarayla karşılaşıyoruz. Bu incelik ve renklilik şüphesiz İstanbul’un önce Bizans’a, ardından Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmasıyla ilgilidir. İmparatorluk merkezinin İstanbul’da olması hayatın her alanına hâkim olan seçkin ve incelmiş bir kültürü ortaya çıkarmıştır.

Padişahtan sıradan insana kadar herkesin katkı yaptığı ve tâbi olduğu bu kültür dilden teşrifata, edebiyattan sanata, gündelik aktivitelerden bayram kutlamalarına kadar hayatın her alanında etkili olmuştur.

Osmanlı sarayında bayramın nasıl kutlandığına dair en geniş bilgileri kanunnâmelerde ve teşrifat kitaplarında bulmak mümkündür. Bu kaynaklarda bayramlaşmanın nasıl yapılacağı, padişahın bulunduğu törene kimlerin katılacağı, kimin nerede duracağı, bayramlaşma sırasında nasıl bir seremoninin gerçekleştirileceği ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.

Bununla beraber zaman içinde bazı değişikliklerin yaşandığı da bir gerçektir. Özellikle yüksek seviyedeki devlet görevlilerinin padişahla bayramlaşmaları sırasında yapması gerekenler konusunda İmparatorluğun ilk dönemleri ile son dönemleri arasında ciddi farklılıklar vardır. Sözgelimi İmparatorluğun ilk kanunnâmesi sayılan Fatih Kanunnâmesi’nde üst düzey devlet görevlilerine bayramlaşma sırasında padişahın elini öpme ayrıcalığı tanınmıştır.

Bunlar arasında ön sırada hâliyle sadrazam vardır. 17. yüzyılın ikinci yarısında ve 19. yüzyılın başında yazılan kanunnâme ve teşrifat kitaplarında ise Fatih döneminin aksine sadrazamın yerle beraber padişahın ayaklarını da öptüğünü görüyoruz.

Fatih Kanunnâmesi’nde padişahın elini öpme ayrıcalığına sahip şahsiyetler arasında şeyhülislâm da vardır.

Şeyhülislâm, 17. yüzyılın ikinci yarısında el öpmeye devam ederken klasik dönemin sonu sayılan 19. yüzyılın başında el öpmeyip etek öpmektedir.

Aşağıda temas edeceğimiz gibi Tanzimat sonrasından yıkılışa kadar olan modern dönemde ise pek çok değişiklikler söz konusudur. Şüphesiz yaşanan dönemlere paralel olarak Avrupa’daki uygulamalar ve iç siyaset çerçevesinde gerçekleştirilen bu değişiklikleri ayrıntılarıyla ele almak ve dönemler arasında karşılaştırmalar yapmak bu yazının ve elinizdeki derginin sınırlarını aşacaktır.

Bundan dolayı biz bu yazımızda klasik dönemden hareketle Osmanlı sarayında gerçekleştirilen bayramlaşma seremonisini ana hatlarıyla vermekle yetineceğiz.

Topkapı Sarayı’nda Bayram Kutlamaları
Bayram kutlamaları sarayda arefe gününden itibaren başlamaktadır. Arefe günü sünnet odasında tören elbiselerini giyen ve ikindi namazını önde gelen Enderun ağalarıyla birlikte Hırka-i Şerif odasında kılan padişah daha sonra Arz Odası’na geçerdi.

Bu arada Arz Odası’nın önüne arefe günlerine mahsus olan sedefkârî taht kurulmuştur. Arz Odası’ndan çıkan ve tahta oturan padişahı Babüssaade önünde bekleyen Enderun ağaları karşılarlardı. Bütün bunlar olurken mehter çalar ve divan çavuşları “Aleyke Avnullah” (Allah’ın yardımı üzerine olsun) duasıyla alkış tutarlardı.

Böylelikle bayram ilân edilmiş olurdu. Beş on dakika süren bu törenden sonra padişah tekrar Arz Odası’na dönerdi. Başta birinci imam olmak üzere padişahın huzuruna çıkan imam ve hatipler Kur’an’dan kısa sureler okurlardı. Bu merasim bittikten sonra padişah ağalarla birlikte Silahtarağa Köşkü’ne giderdi.

Burada silâhtar ağanın donattığı cins bir ata binen başçuhadar ağa mehter eşliğinde padişaha bir gösteri sunar, ardından ağalar tarafından tomak oynanırdı. Oyun bitiminde padişah adına silahtar ağa tarafından herkese çil para ve altın dağıtılırdı. Gece yarısına kadar meşaleler yakılır, mehter çalınır, sonrasında padişah dinlenmeye çekilirdi.

Osmanlı’da Kurban Bayramı
Osmanlı Sarayı’nda bayram sabahı yapılan asıl kutlamalar imsak vaktinden sonra başlardı. Arefe gününde olduğu gibi sünnet odasında tören elbiselerini giyen padişah Hırka-i Şerif odasında cemaatle sabah namazını kılardı.

Namaz sonrası ilk bayramlaşma da burada gerçekleşirdi. Padişah yakın çevresi olan darüssaade ağası, silahtarağa, çuhadarağa ve kırk has odalı ağalar ile Hırka-i Şerif odasında bayramlaşırdı. Ardından geniş katılımlı bayramlaşmanın yapılacağı Babüssaade önüne geçilirdi.

Padişah burada önceden hazırlanmış olan bayram tahtına oturur. Teşrifat sırasına göre bayramlaşmaya gelenler yarım ay şeklinde padişahın yanına ve karşısına dizilmişlerdir. Bu sırada devamlı surette mehter çalar ve divan çavuşları “Aleyke Avnullah!”, “Uğurun açık olsun, ikbalin füzun, padişahım devletinle bin yaşa!”, “Maşallah, mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!” nidalarıyla alkış tutarlardı.

Babüssaade önündeki bayramlaşma iki bölüm halinde gerçekleşirdi. Birinci bölümde divan çavuşlarının “Hareket-i Hümayun, padişahım devletinle bin yaşa” alkışıyla birlikte rütbe ve teşrifat sırasına göre davetliler huzura alınır ve bayramlaşma töreni başlardı.

Tahta önce sol taraftan nakibüleşraf efendi yaklaşır, padişahın eteğini öper, dua ederdi. Ardından Kırım hanzadeleri, şehzade hocaları, çeşnicibaşı, mazul beylerbeyiler ve beyler yine sol taraftan gelerek eğilip etek öperler ve geri geri giderek meydanın ortasından dışarı çıkarlar. Daha sonra sadrazam, vezirler, kazaskerler, nişancı, defterdarlar ve reisülküttap bayramlaşmak için tahta yaklaşırlar.

Padişah bu sırada ayaktadır. Sadrazam padişahın karşısında diz çöküp önce yeri, sonra padişahın ayaklarını öptükten sonra tahtın sağ yanına geçip ayakta dururdu. Diğerleri ise padişahın eteğini öptükten sonra rütbelerine göre padişahın sağ tarafına geçip sadrazam gibi ayakta beklerlerdi. Sıra şeyhülislâma gelince padişah yine ayaktadır.

Şeyhülislâm padişahın elini öpüp –19. yüzyılın başında eteğini öpüp- dua ettikten sonra geri geri çekilip meydanın ortasından dışarı çıkar. Ardından mevleviyet payesindeki ulema, kadılar etek öperler. Sıra müderrislere gelince divan çavuşlarının “İstirâhat-i hümayun, padişahım devletinle çok yaşa!” alkışı üzerine padişah tahta oturur. Müderrislerle birlikte, yeniçeri ağası, ocak ağaları padişahın eteğini öperek bayramlaşırlar.

Tören bittikten sonra bayram namazı hazırlıkları yapılır ve padişah alay eşliğinde Sultanahmet yahut Ayasofya Camii’ne giderek bayram namazını kılardı. Dönüşte Topkapı Sarayı’na gelen padişah burada Enderun mensuplarının tebriklerini kabul ederdi.

Daha sonra harem-i hümayuna geçer, harem mensuplarıyla bayramlaşırdı. Bayram sebebiyle haremde de çeşitli etkinlikler düzenlenir, bu etkinliklerin bazılarına bizzat padişah izleyici olarak katılırdı. Padişah etkinliklerin sonunda harem görevlilerine bahşişler dağıtır, devletin sahibi olarak herkesin mutlu olmasını gözetirdi.

Bayram münasebetiyle bütün şehirde olduğu gibi sarayda da çeşitli eğlenceler düzenlenir, oyunlar oynanırdı. Pehlivan güreşleri, ok atma müsabakaları, Karagöz, orta oyunu, cambazlık ve hüner isteyen çeşitli oyunlar bu eğlencelerden bazılarıdır. Aynı şekilde bu etkinlikler ayrı olarak haremde de düzenlenir, böylelikle bütün saray halkının bayram boyunca hoş vakitler geçirmesi sağlanırdı.

İmparatorluk tarihinde en önemli dönemeçlerden biri olan Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra devletin yeniden şekillendirilmesi çabasına paralel olarak Osmanlı Sarayı’ndaki bayram kutlamalarında çeşitli değişiklikler olmuştur. Her şeyden önce eski unvanlar ve elbiseler kaldırılıp yerine yenileri ihdas edilmiştir.

Bu dönemdeki yeniliklerden en önemlisi bayram sabahı yapılan törenle ilgilidir. Klasik dönemde bayramlaşma yukarıda anlatıldığı gibi sabah namazından sonra gerçekleştirilirken, II. Mahmud zamanında 1838 yılından itibaren bayram namazından sonra gerçekleştirilmeye başlanmıştır. Ayrıca bayramlaşma boyunca çalan mehterin yerini orkestra eşliğinde çalınan batı musikisi almıştır.

Ancak şeyhülislâm ve Mekke Şerîfi salona girdiğinde orkestra susar, bunlar padişahla bayramlaşıp salondan ayrıldıktan sonra tekrar çalmaya başlardı. II. Meşrutiyet sonrasında yapılan törenlerde ise şeyhülislâm ile padişahın bayramlaşması sırasında orkestra çalmaya devam etmektedir. Ayrıca Tanzimat’tan sonra el ve etek öpmek yerine saray ileri gelenlerinden birisinin elinde tuttuğu, bir ucu tahta bağlanmış kırmızı kadifeden kurdelenin ucunu öpmek, yani saçak öpmek usulü getirilmiştir.

İstanbul’daki gayrimüslimlerin ruhanî temsilcilerinin bayram törenlerine katılmaya başlaması da başka bir yeniliktir. Son dönemdeki bayramlaşmalar ise Dolmabahçe Sarayı’nda gerçekleştirilmiştir.

Saray’ın ve İstanbul Halkının Kurban Tercihi: Sakız Koçu
Resmî törenler ve bayramlaşmalar bittikten sonra sıra kurban kesilmesine gelmiştir. Eski İstanbul’da ve bu arada Saray’da kurbanlık hayvan olarak koçun, özel olarak da Sakız koçunun tercih edildiğini görüyoruz.

Oldukça iri olan Sakız koçları gerek etinin lezzeti, gerekse gösterişli yapısından dolayı diğer koyun cinsleri arasında ön plana çıkmaktadır. Sarayın koyun eti, bu arada kurbanlık ihtiyacı İmparatorluğun yıkılışına kadar Râmi civarında Küçükköy’de bulunan ve Saya Ocağı denilen bir teşkilât tarafından karşılanmıştır. Yeniçeri Ocağı’ndan arta kalan ve kırk kişiden ibaret olan bu ocak mensuplarının yetiştirdikleri koçlar klasik dönemde Topkapı Sarayı, son zamanlarda ise Dolmabahçe ve Yıldız Sarayı avlusuna getirilir, kurban kesimi sırasında padişah bizzat hazır bulunurdu.

Padişahın huzuruna çıkarılan koçların boynuzları altın yaldızla boyanmış, tüyleri ise kınalanmıştır. Saray görevlisi burada padişaha içinde halis çelikten yapılmış altın işlemeli üç bıçak bulunan bir kutu takdim eder, padişah bunlardan birisini seçer ve vekâlet verdiği saray görevlisine uzatır, böylece padişaha ait kurbanlar vekâlet yoluyla kesilirdi. II. Mahmud örneğinde olduğu gibi birinci kurbanın bizzat padişah tarafından kesilmesi de söz konusu olmuştur.

Kurban kesimi bittikten sonra etlerin büyük bölümünün fakir fukaraya dağıtılması da Osmanlı saray gelenekleri arasındadır. Kurban etleri Eyüp, Topkapı ve Eğrikapı semtlerinden gelen muhtaç ailelere dağıtılır, bu münasebetle padişah ile halk bayram coşkusunu birlikte yaşardı.

Ergunca
Ergunca tarafından yazılan son yazılar (Hepsi)

Bu yazıda 3 yorum var

  1. Ergun

    önemli değil ustam bilgisayar olmasada Gökhan kardeşin dediği gibi o dönemde olsaydık :love:

  2. Gökhan

    Keşke osmanlı döneminde yaşasaydık.

Yorum yapmaya ne dersiniz?