Bizans’ın Müslüman Olan Komutanı
Hz. Peygamber s.a.v’in vefatından sonra, İslam Devleti’nin idaresini Hz.Ebû Bekir r.a. yüklendi.
Hz. Peygamber s.a.v’in vefatıyla beraber, İslam’ın gerçeklerini anlayamamış olan birtakım Müslümanlar, irtidât ettiler; yâni İslam esaslarına inanmadıklarını ilân ettiler. İslam’da mürtedin, yâni dinden çıkanın cezası ölüm olduğundan, Halife Hz.Ebû Bekir r.a., bu insanların üzerine ordular göndererek, onlara gereken cezayı verdi.
Bu arada birtakım Müslümanlar da şöyle dediler:
“Biz İslam’ın dört şartını kabul ediyoruz: Kelime-i şehâde-ti söyleriz, namaz kılarız, oruç tutarız, hacca gideriz; fakat zekât vermeyiz“.
İslam’ın dört şartını yerine getirip, sadece bir tek şartını ıfâ etmeyeceklerini söyleyen bu Müslümanlar üzerine de, Hz.Ebû Bekir r.a. cihâd ilân etti. Bu, son derece mühim bir karardı: Müslümanlara cihâd ilân etmek!
Hz.Ömer r.a.; o sertliğiyle, şiddetiyle ün salmış olan insan, gelmiş Hz.Ebû Bekir r.a.’a yalvarıyor ve ona şöyle diyor:
“Sen, Resûlullah s.a.v’in, “Ben insanlar lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullah’ deyinceye kadar onlarla savaşmakla emrolündüm. Kim bunu derse mali ve canı emniyette olur, hukuku ve hesabı Allah’a kalır” dediğini duyduğun halde, nasıl Müslümanlara, “zekât vermiyorlar” diye savaş açarsın“(1). Hz.Ebû Bekir r.a. şöyle cevap verdi:
“Vallahi, namaz’la zekâtin arasını açanlarla savaşacağım; çünkü zekât malın hakkıdır“. Daha sonra Hz.Ömer r.a. şöyle demiştir:
“Vallahi, Allah’ın, Ebu Bekir’in göğsünü ferahlattığını gördüm ve anladım ki, o haklıdır“(2)
Hz.Ebû Bekir r.a., bu kararı aldıktan sonra, Halid b. Velid’i, İslam’ın beş şartından herhangi birisini terk edenlerle savaşmaya gönderdi (3). Yâni Hz.Ebû Bekir r.a. İslam’ın beş şartından bir tanesini dahi terk edeni Müslüman saymıyor ve onlara cihâd ilân ediyor. “İslam bir bütündür” diyor; bir kısmı terkedilince, o İslam’dan başka bir şey olur diye kabul ediyor ve İslam’ı bu şekilde anlayanlara savaş açıyor.
Halid b. Velid, Esed oğulları ve Gatafân’dan bu gibi insanlarla savaşıp büyük bir kısmını öldürdü; geriye kalanlar da, ya esir oldular veya İslam’ın beş şartına harfiyen uyacaklarını söyleyerek Müslüman oldular. Ve anladılar ki, bu işin şakası yok! Halîfe, İslam’ın bir tek şartını terk edeni öldürüyor!..
Halid b. Velid, Medine’ye geri döndükten sonra, Halife Hz.Ebû Bekir r.a. onu ordusuyla beraber kuzey cephesinde bulunan Bizans üzerine gönderdi.
Bizans üzerine sefer: Hz. Peygamber s.a.v., İslam’m payidar olması ve insanlığın kurtulması için, milâdı 7. yüzyılın iki emperyalist süper gücü olan Bizans ve İran İmparatorlukların çökmesi gerektiğine işaret etmiş ve daha hayatta iken, buralara savaş açmıştır. Bizans ve İran: Bugünün Rusya ve Amerika’sı, Avrupa’sı ve Çin’i…
Bizans köyleri, kasabaları, şehirleri, teker teker İşlâm Devleti’nin egemenliğine giriyor: Halid b. Velid’in elinde teslim oluyorlardı… Resulullah s.a.v’in duası gerçekleşmiş, Halid Allah’ın kılıcı (Seyfullah) ölmüştü… Koca Bizans kaleleri, âdeta onun kılıcıyla yerle bir oluyordu. Bunlar hikâye de değildi… Nitekim iki süper devletten Bizans, her gün biraz daha küçülüyor, topraklarını, vatandaşlarını İslam adaletine, yâni Allah’ın kanunlarına terk ediyordu.
Bu şekilde, tek gayeleri Allah’ın kanunlarını her tarafa ha kim kılmaya matuf olan (4) İslam ordusu, bugünkü Ürdün sınırları içerisinde bulunan ve o zamanlar Bizans’ın elinde bulunan Yermuk’a varmıştı.
İslam ordusunda, 100’u Bedir savaşına iştirak etmiş olan (Bedrî) bin kadar sahabî vardı (5).
İki ordu karşılaşıyor: İslam ordusuyla kâfir ordusu karşı karşıya gelmişlerdi. Her iki tarafın ordu komutanları, ordularının savaş düzenine sokuyor, son taktiklerini veriyorlardı.
Her iki ordu bu şekilde karşı karşıya gelince, Bizans ordu komutanı George ordusunun saflarından ayrılarak, her iki ordu arasında durdu ve İslam ordu komutanı Halid’i istedi. Halid, yerine Ebû Ubeyde İbnu’l-Cerrâh’i bırakarak, atını George’ye doğru sürdü. Her iki komutan birbirlerine o kadar yaklaştılar ki, atlarının boyunlan birbirine değiyordu (6).
İki davanın, ideolojinin, dünya görüşünün temsilcileri karşı karşıya gelmişlerdi: Bir yanda İslam, öbür yanda Sirk ve Küfr!..
Her iki komutan birbirlerine aman verip konuşmaya başladılar. George şöyle dedi:
–Yâ Halid, bana doğruyu şöyle ve yalan söyleme! Çünkü hür olan yalan söylemez. Bana oyun oynamaya da kalkma, çünkü aşîl olanlar, Allah rızası için konuşmak isteyene oyun yapmazlar. Allah’ın sizin Peygamber’e gökten bir kılıç indirdiği ve Peygamber’in de onu sana verdiği, ve o kılıcı üzerlerine çekip savaştığın her kavmi mağlup ettiğin doğru mu?
Halid:
–Hayır! dedi.
George tekrar sordu:
–O halde, niçin Seyfullah (Allah’ın kılıcı) diye adlandırıldın?
Halid şu cevabı verdi:
–Allahü teala bize Peygamberini gönderdi. O bizi İslam’a davet etti. Biz ise, ondan nefret edip, ondan uzaklaştık. Sonra bir kısmımız ona inanıp, tabi oldu, bir kısmımız da onu yalanlayıp uzaklaştı. Ben, onu yalanlayıp, ondan uzaklaşan ve onunla savaşanlar arasındaydım. Daha sonra Allah kalplerimize hidayet verdi ve ona inandık. O zaman bana, “Sen, Allah’a başka güçleri ortak koşanlar -yâni O’na inandıklarını söyledikleri halde O’nun kanunlarına değil, kendi yaptıkları kanunlara tabi olanlar- üzerine çekilmiş olan Allah kılıçlarından bir kılıçsın!” dedi ve muvaffak olmam için dua etti. Böylece bana “Seyfullah” dendi. Ve ben, Allah’ın yanında başka güçler tanıyan, onlara tabi olanlara karşı en şiddetli savaşan Müslümanlardan biriyim.
George:
–Doğru söylüyorsun, dedi ve devam etti:
–Yâ Halid, beni neye davet ediyorsun?
Halid şöyle dedi:
–Allah dışında, itaat edilecek hiç bir ilâh, yani güç, yâni put, yâni makam, yâni kişi tanımadığına; Muhammedin, O’nun hem kulu, hem de Peygamberi olduğuna inanmak ve bunu herkese karşı açıkça ilân edip şehâdet etmek; Peygamber vasıtasıyla Allah’tan gelen kanunları ikrar edip uymak!
George şöyle sordu:
–Peki bu dediklerini kabul etmeyenlere ne yaparsınız?
Halid şu cevabı verdi:
–Teslim olurlarsa, onlardan çizye alır, inançlarına karışmayız ve İslam Devletine tabi olurlar.
George devam etti:
–Çizye vermezlerse?
Halid şöyle dedi:
–Onlara savaş açacağımızı söyler ve onlarla savaşırız!
George tekrar sordu:
–Bugün dininizi kabul edip size katılanların Allah katında mevkisi ne olur?
Halid şu cevabı verdi:
–Allah’ın bize farz kıldığı gibi, mevkisi bizimkiyle ayrı olur. Güçlü olanımız, zayıf olanımız; önce Müslüman olanımız; sonra Müslüman olanımız, hepimizin mevkisi birdir.
George yine sordu:
–Yâ Halid, bugün sizin dininize girenin sevabı ile sizinki aynıdır, demek mi istiyorsun?
Halid:
–Evet, hatta bizden de üstündür!
George:
–Nasıl sizinle bir olur ki, siz ondan önce Müslüman oldunuz?
Halid:
–Biz bu dine girip, Peygamberimiz s.a.v.’e biat ettiğimizde, o aramızda yaşıyordu. Ona Allah’tan haberler geliyor, o da bize tebliğ ediyordu. Bize öyle deliller gösteriyordu ki, bizim gördüklerimizi görenlerin, duyduklanmızı duyanların Müslüman olup, biat etmeleri tabii bir şeydi. Size gelince; siz bizim gördüklerimizi görmediniz, duyduklarımızı duymadınız ve onda müşahede ettiğimiz harikalara şahit olmadınız. Onun için, aranızdan, kim samimi bir niyet ve ihlâsla dinimize girse, o bizden üstün olur!
George şöyle dedi:
–Billâhi bana doğru söyledin, yalan söylemedin ve beni kendi fikrine çekmek için bir şey söylemedin. Halid:
–Billâhi sana doğru söyledim. Benim, ne senden ve ne de siz-en olan hiçbir kimseden korkum yok! Sana söylediklerimin doğru olduğuna da Allah kefildir.
Bizans komutanı Müslüman oldu: Bunun üzerine George,, “doğru söyledin” dedikten sonra, kalkanını ters çevirdi ve Halid’e yaklaşarak, “bana İslam’ı öğret” dedi.
Halid, George’yi karargâhina götürerek, üzerine bir tulum şu döküp guslettirdi. Daha sonra da iki rekât namaz kıldı.
George’nin Müslümanlar tarafına geçmesini hücum sanan Bizans askerleri saldırıya geçti ve savaş başladı.
George Müslüman olmuş, Halid’in yanında, biraz önce komutanı olduğu Bizans ordusuna karşı savaşıyordu. Savaş akşama kadar sürdü ve İslam ordusunun zaferiyle son buldu (7).
Savaş meydanında binlerce ölü ve şehit… Müslüman şehitleri ve kâfir ölüleri… Bir değillerdi tabii. Şehitler Allah için; ölüler ise Allah düşmanı, yâni İslam nizamına düşmanlar için savaşmıştı. Aynı kefeye konamazdı bunlar! Kâfir oluşüne nasıl şehit, Müslümanla savaşan kâfire nasıl gazi denir? Müslüman şehitle, kâfir ölü, Müslüman gazi ile, savaştan sağ kurtulan kâfır askeri aynı ise, niçin savaşıyorlar bunlar?.. dertleri ne bunların?
Elbette ki biri Müslüman, diğeri kâfır; Biri şehit, diğeri ölü; biri gazi diğeri kâfir firarisidir; “Müşrikler hoşlanmasalar da“.
Allah’ın, birbirinin zıddı olarak gösterdiği şehitle kâfir oluşunu, hangi insan hangi hakla bir tutabilir?
Farklı bir şehid. Müslüman şehitleri arasında, bir tanesi vardı ki, farklıydı öbürlerinden. Peygamber’i görmemiş, Kur’an-ı duymamıştı o…
Zekât nedir bilmiyor, Hac ‘dan habersizdi o… Ayet okumamış, oruç tutmamıştı o…
Bu farklı şehidin adı George idi. Halid’e bakarak kıldığı iki rekat namazdan başka namaz kılmadı. Adını bile Müslüman adına çevirmeye fırsatı olmadı. Bir tek şey bildi George: Kendini Allah davasına fedâ etmek…
Buram buram şehadet kokuyordu George. Cennet görevlileri onu cennette ağırlamak için yarışıyorlardı âdetâ…
Allah’ın kılıcı Halid, Müslüman oluşu henüz bir günü doldurmamış olan bu şehide gıpta ile bakıyor, Allah’ın hikmet ve kudreti karşısında, sevinç ve şükür gözyaşları döküyordu.
George, “kâlu belâ”dan beri, Allah davası için şehid olmuş, en güzel insanlar arasına giriyordu… Ne mutlu ona ve onun gibi olanlara!..
Dipnotlar:
(1) Suyûti Tarihul-Hülefa, Mısır, 1964, s. 74-75
(2) Ay. eş. s.75.
(3) Ay. yer.
(4) Bk. Kuran-ı Kerim. Bakara sûresi, 193
(5) Taberi Tarihul-Umemi ve’l-Mülûk, Beyrut, 1962, III. 397
(6) Taberi, a.g.e III. 398.
(7) Savaşın ayrıntıları için bk. Taberi a.g.e III. 398-401
Kaynak: Prof. İhsan Süreyya Sırma, Tarih şuuru, Seha yayınları
Bir yanıt yazın