Avrupa İdeali Bağlamında Türk-Alman İlişkileri
Turkish-German Relations in Considering European Integration
Özet:
Bu çalışma, Avrupa idealinin gerçekleştirilmeye çalışıldığı bir dönemde Almanya Federal Cumhuriyeti’nde bulunan Türk kökenli vatandaşlarımızın yaşadıkları ülkenin dilini öğrenme ve sosyal hayata uyum sağlama konusunda yaşadıklarından genel bir kesit sunmayı amaçlamaktadır. Her iki ulus tarafından son derece önemsenen ve tarihi dostluk temeline dayandırılarak geliştirilmeye çalışılan ikili ilişkilerde yaşanan, ama açıkça gündeme getirilemeyen kimi sorunlar Türk okuyucusunun bilgisine sunulmaya çalışılmaktadır.
Summary:
This study aims to present a cross-section of language and adaptation complications of Turkish origin citizens living in Federal Republic of Germany. Some problems encountered but not brought up during extremely heeded bilateral relations, which are attempted to be developed on the basis of historical amities and relationships, are tried to be presented to the attention of Turkish readers.
“…sağlam dostluklar ne solar, ne de kırılır”
(Friedrich W. Nietzsche, 1844-1900)
Prolog
Ülkemiz hem tarihî hem de coğrafî bakımdan Batı ve Doğu ülkeleriyle sürekli ilişki halinde olmuş, iki medeniyet arasında bir köprü olarak tanımlanmıştır. Osmanlı tarihine baktığımızda Müslüman Türkiye asırlar boyunca Hıristiyan Avrupa’da yönetici ve yönetilen tabakanın gündemini her zaman meşgul etmiştir (Bkz. Kumrular 2008). İkili ilişkiler daha çok halklar arasındaki ilişkilerle şekillenmiş, günümüzdeki bakış açılarını oluşturmuştur. Görülen çerçeve içindeki resimler de dışarıdan yapılan yönlendirmelerle zaman içinde şekil değiştirebilmektedir. Bu değişimde bireysel çabaların yanı sıra, siyasetçilerin de önemli etkileri olmaktadır.
Türk Alman ilişkileri diyakronik olarak incelendiğinde, ilişkilerin çok yönlü ve özel bir yapıya sahip olduğu görülür (Bkz. Bağcı 2002). Bu ilişkilerin eşzamanlı incelenmesi halinde her iki ülkenin medyalarında yer alan tasvirlerin, ülkelerin geleceğe yönelik karşılıklı ilişkilerini yönlendirici özelliğe sahip olduğu görülmektedir. Medyanın bu tutumunun pek çok nedeni olabilir. İnsanlar, her hangi bir nedenle (bu manipülatif dış etkiler, önyargı veya kalıp yargılar ile “ötekileştirme” çabasından kaynaklanıyor olabilir) dünyayı doğru algılama yetilerini kaybedebilir ve “ideolojik körleşme” içine girebilirler.
Bu durumdaki insan dünyaya, olgulara, geleceğe kurduğu interpersonel ilişkilerin sınırlı penceresinden bakar ve perspektifleri, sadece o pencereyle (bunun bilimsel jargondaki adı “paradigma”dır) sınırlı kalır. Bütün bunlar, Avrupa ülkelerinde yaygın bir şekilde Türkler ve Türk devleti ile ilgili olarak görülen ve kaynağını tarihten alan yaygın olumsuz imgeyi pekiştirir.
Bu durum Batılıların taşıdığı tek yanlı ve Hıristiyan kültürünü temel alan dünya görüşünü pekiştiren, farlı olanı, farkından dolayı “ötekileştiren” bir anlayışı beraberinde getirir ve IXX. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişen Oryantalist kuruluşların ve resmi bilginin çıkar katmanları ile ne şekilde üst üste getirilerek kaynaştırıldığını anlatan birer göstergedirve konuşulan dil “öteki” olan gruplara karşı baş edilemez yanlışlar ve peşin hükümlerle doludur. Halbuki, günümüz her alanda işbirliğini gerektiriyor ve kazanmak veya kaybettirmek için birbirine karşı savaşmak değil, fakat ortak hedefleri belirlemek ve onları başarmak için birlikte çalışmak öncelikli ilke olmalıdır.
Almanların ülkelerinde yan yana yaşadığı Türkler hakkındaki olumsuz önyargı ve düşünceleri, bugüne kadar uygulanmış bulunan -kimi zaman iyi niyetli ama yanlış, kimi zaman da iyi planlanmamış- politikalar nedeniyle ortadan kalkmamakta, zamanla daha da pekişmektedir. Çünkü, uyum ve birlikte yaşamaya ilişkin politikaları hazırlayanlar, bir türlü ellerindeki kaleydoskopu bırakıp, yanı başlarındaki insanları görmemekte ve gerçekle örtüşmeyen soyut zihinsel tasarımların peşinden koşmak için –adeta- ısrar etmektedir.
Harold Lasswell (1934, s. 257’den aktaran Said 1998, 396),
“Gelenekleri ve kanaatleri köklü ve sürekli bir şekilde değiştirmek, büyük ölçüde, insanların ne tür seçenekler peşinde koştuklarını bilmeye bağlıdır. Bu, insanoğlunu ortaya koyan kumaşın hangi ilişkiler ağı ile örüldüğünün anlaşılması demektir. Böylece hiçbir kuşkuya yer kalmayacak şekilde seçeneklere dair işaretler ortaya çıkacak ve gerçeğe en uygun çözüme giden yollarda programlar düzenlenebilecektir” diyerek bu durumu ortaya koyuyor.
Ortak Avrupa İdeali
Bugün Avrupa diye adlandırılan birlik aslında tarihin derinliklerinde kalan kan, acı ve sıkıntıların büyük bedeller ödenerek aşılmasıyla oluşmuştur. Bu birliği oluşturan ülkelerin geçmişlerinde bıraktığı izlerin tekrar canlandırılmamasına yönelik çabanın verildiği ortak ada, Avrupa denilmektedir (Bkz. Abel 2007, s. 125). Gelinen noktada Avrupa kıtasındaki ülkeler her ne kadar farklı dilleri konuşsalar da tarihten gelen ortak bir kültürel mirasa ve ortak bir siyasal anlayış birliğine sahip oldukları görülmektedir. XXI. Yüzyıla gelindiğinde tarihten gelen ortak noktaların öne çıkarılarak pekiştirilmesi ve sınırların kaldırılmasına yönelik çalışmalara koşut olan projeler gerçekleştirilmektedir. Avrupalı artık kendi içinde “biz” ve “onlar” demeyi bırakıp gerçekte bir bütünü oluşturan parçaları fark etti ve bu bilinç düzeyi, Avrupa Birliği hedefi ile onlara kim olabileceklerini öğretti.
Avrupa Birliği hareketlilik projeleri, Avrupalı yurttaşlık bilincinin oluşturulması veya pekiştirilmesi gibi pek çok proje artık başarı ile uygulanmaktadır (Bkz.: http://europa.eu/index_de.htm). Hareketliliğin artırılması ve yeni kuşak gençliğin birden fazla dili akıcı bir şekilde konuşması, hem ulusların birbirini tanıyarak yakınlaşmasına; hem de ortak Avrupalılık bilincinin geliştirilerek pekiştirilmesini sağlayacak önemli projelerdir]. Böylece, başkalarının bakış açılarını öğrenerek kendi inandığı değerlerin yaratıcı yönleri ile ilgili yeni açılımlara ulaşmayı başarabilir.
Bu projeler, Avrupa bilincinin gerçekleştirilmesine yönelik idealler çerçevesinde gerçekleştirilmektedir. Bunu geliştirmek ve pekiştirmek amacıyla, her ülke kendi okullarındaki müfredat programlarında karşılıklı olarak dillerine ve kültürlerine yer vermektedir. Aşağıdaki grafik, AB ülkelerinde konuşulan dillerin ne düzeyde anadili, ne düzeyde yabancı/ikinci dil olarak kullanıldığını göstermektedir].
Avrupa Birliği ülkelerinde, yabancı dil öğretiminin bu denli başarılı olmasının altındaki nedenlerden biri uygulanan hareketlilik projeleri ise, diğeri de yabancı dil öğretiminin her biri ayrı uzmanlık gerektiren, birbirinden bağımsız olduğu kadar, birbiri ile iç içe geçmiş beş temel alanının başarı ile uygulanmasıdır]. Bu alanlar şunlardır:
- Okulöncesi çağda dil öğrenme (early language learning)
- Okul eğitimi sırasında verilen yabancı dil eğitimi (school education)
- Yabancı dili yükseköğrenim düzeyinde öğrenme (higher education)
- Yabancı dili yetişkin yaşlarda verilen eğitimde öğrenme (adult education)
- Özel eğitime gereksinimi olanlara yönelik dil öğretimi (special educational needs)
Avrupa Birliği’ne üye olan ülkelerde özel eğitime gereksinim duyanlar da dahil olmak üzere toplumun bütün katmanlarına yönelik eğitim araştırma, geliştirme ve uygulama çalışmaları yapılmaktadır. Bunlara ilave olarak bütün grupları kapsayacak şekilde yaşam boyu öğrenme olanakları araştırılarak, bunların her düzeyde etkin bir şekilde kullanımı teşvik edilmektedir.
Yabancıların Uyumu
Farklı dilleri de konuşsa kendi dip kültüründen gelene karşı son derece hoşgörü ile yaklaşan Avrupalı, söz konusu “ötekiler” olunca, katı ve öznel bir tutum ortaya koyabilmekte; toplumsal vicdan olarak adlandırılabilecek “hoşgörü”, yerini aşılması ve anlaşılması güç bir tutuma bırakmaktadır.
Yabancılar lehine yorumlanması gereken yerel yasaların AB yasaları ile çelişmesi veya uluslar üstü anlaşmalara uymaması halinde bile yabancı hakları gibi konuları dikkate almayabilmektedirler]. Yabancıların çalışma ve sosyal hayatın paydaşları olarak kabul edilebilmeleri için, öncelikle yaşadıkları topluma “uyum sağlaması” koşulu öne sürülmektedir.
Uyumun ölçütü ise, Hıristiyan Batı kültürünün öğrenilmesi, içselleştirilmesi ve uygulanmasıdır. Sachsen-Anhalt Eyalet Başkanı Dieter Steinecke, 1 Şubat 2008 günü Magdeburg’da Almanya genelinde gerçekleştirilecek “Kültürlerarası Etkinlik Haftası” münasebetiyle yapılan hazırlık toplantısındaki konuşmasında sureti haktan görünüp uyumu desteklerken,
Her kim burada –aramızda- kendisi ve ailesi için bir gelecek aramak üzere Almanya’ya, Avrupa’ya geliyorsa, Orta Avrupa’nın birlikte yaşama kurallarını kabul etmek ve bunlara uymak zorundadır. Ve bu normlar, bizim Hıristiyan-Musevi mirası, aydınlanma ile kazanılmış bilgiler ve Almanya’nın totaliter rejimi ile birlikte tarihinden kaynaklanan acı tecrübelerine dayanmaktadır. Alman halkı, daha iyi bir toplum oluşturabilmek için, bugün geçerli olan kuralların gerekli olduğu bilincindedir. Bağımsızlığı ve hukuk devletini tehlikeye sokmamak için, sahip olduğumuz demokrasiye, anayasa ve yasalara herkesin bütün yaşama alanlarında saygı göstermesi ve buna göre davranması zorunludur]
ifadesiyle de hem Hıristiyan kültürüne uyumu vurguluyor, hem de ülkesindeki yabancıları potansiyel tehdit olarak gördüğünü ortaya koyuyordu].
Yabancıların bulundukları ülkenin dilini öğrenmeleri, yaşadıkları ülkenin değerlerine saygı göstermesi kaçınılmaz bir zorunluluktur; bunun aksini öne sürmenin hiçbir mantıklı açıklaması olamaz; ama yabancılar mümkünse kendi köken dillerini –evlerinde bile- konuşmamalıdır anlayışı da çağdaş bir alternatif olarak sunulmaya çalışılmamalıdır. Pek çok Avrupa ülkesinde göçmenlerin köken dillerini kullanamaması yönünde kararlar alınıp uygulanması, Batı Avrupa kültürü bilenlere doğal, bilmeyenlere de şaşırtıcı gelmektedir.
Yabancıların Köken Dillerini Kullanması
Almanya’da yabancı ifadesi ile -ek bir açıklama yapılmamışsa- Kuzey Afrika ülkeleri ile Türkiye’den gelenler tanımlanır. Aşağıda, Türkçenin kullanımıyla ilgili olarak Almanya’da geniş tartışmalara neden olan bir uygulama ve bu uygulamaya gösterilen lehte ve aleyhteki tepkiler verilerek, Avrupalıların demokrat kimliği ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
Olay Berlin Wedding’de Herbert-Hoover-Oberschule’de yaşanıyor. Anlatılanlara göre, öğrenciler okulda kendi aralarında Almanca dışında bir başka dil kullanmama kararı almışlar. Bu karar okul dışında duyulunca, öğrencilerin dışında pek çok kesimi ilgilendirir olmuş ve tartışmalar başlamış.
Aşağıda, Türk ve Alman paydaşların gösterdiği tepkiler verilmektedir.
Önce 19 Ocak 2006 tarihli Hürriyet Gazetesi, ardından 24 Şubat 2006 tarihli Türkiye Gazetesi konuyu kamuoyunun gündemine taşıdılar ve “Almanya Federal Cumhuriyeti’nin başkenti Berlin’de öğrencilerinin % 90’ını yabancıların oluşturduğu Wedding Herbert-Hoover-Realschule ile Kreuzberger Borsig-Realschule’de ders aralarında da istisnasız olarak Almanca dışında bir dilin konuşulması yasaklandı” şeklinde haber yaptılar.
Bunun üzerine kamuoyunda tartışmalar başladı ve öğrenci temsilcisi Pakistan uyruklu Azad Süleyman ile yardımcısı Türk kökenli Halime Narin, düzenledikleri basın toplantısında konunun tamamen öğrencilerin kendi aralarında aldığı bir karardan ibaret olduğunu, okul yönetiminin her hangi bir yönlendirmesinin söz konusu olmadığını açıkladılar. Almanya Federal Cumhuriyeti Hükümeti Yabancıların uyumundan sorumlu CDU’lu Devlet Bakanı Prof. Dr. Maria Böhmer ise Almanya’nın Sesi Radyosu’na verdiği demeçte, “Çocuklara toplumsal yaşamın gerektirdiği bütün fırsatların diğerleriyle eşit şekilde verilebilmesi”, için “çok iyi Almanca öğrenmeleri” gerektiğini ve toplumsal faydanın sağlanabilmesi için “sadece Almanca dil bilgisinin yeterli olmadığını”, başka donanımlara da gereksinim duyulduğunu, çocukların yaptığı bu girişimin “çok anlamlı” olduğunu; uygulamanın gerçekleştirildiği okulu da ziyaret etmek istediğini söyledi.
Öğrencilerin aldığı bu kararı “saygıyla karşıladıklarını ve desteklediklerini” belirtti. Olayı aktaran Alman Haber Ajansı (dpa), Almanya’nın yabancı öğrencilerin yoğun olduğu Stuttgart, Köln, Hamburg, Münih, Dortmund gibi diğer şehirlerinde ise benzer girişimlerin olmadığı, Frankfurt am Main kentindeki okullarda Almanca konuşma sınırlaması getirilmesinin düşünülmediği bilgisini verdi.
Bavyera Eyaleti CSU’lu Eğitim Bakanı olayı “kişilik haklarının sınırlandırılması” olarak değerlendirdi ve zorunlu Almanca uygulaması taleplerini reddetti. Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Renate Künast da bu tür uygulamalara karşı çıkarak, çocukların öncelikle yuvaya başladığından itibaren bakıcıların onlarla ilgilenmesini ve bunlara Almanca’yı bu şekilde öğretmenin daha doğru olacağını belirtti.
Berlin Eyalet Parlamentosu Yeşiller Milletvekili Özcan Mutlu ise bu zorunluluğun, okulun uyum politikasına katkı sağlamak için kullandığı “yanlış bir yöntem” olduğunu söyledi. Alman Eğitim ve Bilim Sendikası (GEW) başkan yardımcısı Marianne Demmer ise okul yönetiminin bu kararı gözden geçirmesi gerektiğini ve “okulda uygulanacak kuralların oybirliği ile kabul edilse dahi, insan hak ve hürriyetini sınırlandırmaması ve genç bir insanın kendi köken dilini kullanmasını yasaklamaması gerektiğini” belirtti.
SPD Federal Parlamento Milletvekili Dr. Lale Akgün, Türkiye Gazetesi’ne verdiği demeçte, yapılan uygulamanın asimilasyon politikasının gözle görülür bir aşaması (ein mit bloßem Auge zu erkennender Schritt der Assimilationspolitik) olduğu görüşünü öne sürdü. Özcan Mutlu da Zeit Online tarafından verilen bilgiye göre, bu ballı börekten siyasal bir pay almayı ihmal etmedi ve bu defa yukarıda yer verilen görüşlerinden daha ağır bir söylem ile ortaya çıktı.
“Hiçbir okul yasalara karşı bir karar alma yetkisine sahip değildir. Bu yasak (…) anayasaya aykırıdır. Bugün bir dili yasaklayan anlayış, yarın bir başka şeye yasak koyabilir. Sonunda biz tepkimizi göstereceğiz. Ben, özellikle Almanya’daki Türk örgütlerini bu uygulamaya karşı tepki göstermeye davet ediyorum”
Bundan sonra, Almanya’daki Türk veliler, eğitimciler ve çeşitli örgün temsilcileri de bu tartışmaya katılarak, okuldaki uygulamaya şiddetle karşı çıkıp, bu durumun aslında “Alman eğitim sisteminin başarısızlığını” açık bir şekilde ortaya koyduğunu söylediler. Berlin Eyaleti Eğitim Senatörü Klaus Böger (SPD)’e çağrıda bulunarak temel hakların ihlal edildiğini ve yasağın kaldırılması için girişimde bulunmasını talep ettiler. Bu amaçla dayanışma ve bilgilendirme toplantıları düzenlediler.
Berlin-Brandenburg Türk Veli Derneği (Der Türkische Elternverein in Berlin-Brandenburg) Sözcüsü Turgut Hüner yaptığı açıklamada, bu karar ile “farklı dil ve kültürlerden arındırılmış bir okul” projesinin yaşama geçirilmeye çalışıldığını, “çocukların Almanca öğrenmesi gerektiğini, ama uygulanan yönteme karşı olduklarını” söyledi.
Berlin Branden-Burg Türk Toplumu Derneği (Der Türkische Bund Berlin-Brandenburg (TBB)) sözcüsü Eren Ünsal da yaptığı açıklamada, “kimsenin bir dili yasaklayamayacağını, burada söz konusu olan okulun değil, verilen mesajın, sinyalin önemli olduğunu” vurguladı.
Türk Bilim ve Teknoloji Merkezi (Verein Türkisches Wissenschafts- und Technologiezentrum) Başkanı Nazan Yıldırım da yaptığı açıklamada, bu kararla “Alman anayasasının üçüncü maddesinin (eşitlik ilkesi) ihlal edildiğini, bir dilin zorla öğretilemeyeceğini, çocukların topluma uyum sağlamalarının değil, asimile olmalarının” istendiğini ifade etti.
Berlin ve Branden-Burg Türk Öğretmenler ve Eğitimciler Derneği (Vereinigung Türkischer LehrerInnen und ErzieherInnen in Berlin und Brandenburg) (TÜLEB), “bu tür popülist, geri kafalı ve tehlikeli akımların etkisinde kalınmadan, çocukların eğitimleriyle ilgili olarak arka plandaki sorunlarla mücadele edilmesi” gerektiğini açıkladı.
Almanya Türk Veliler Derneği Federasyonu (FÖTED) Başkanı Dr. Ertekin Özcan da bu kararın okulun amacı ile bağdaşmadığını, okulun çocuk ve gençlerin gelişimlerini sağlamak gibi bir sorumluluğunun bulunduğunu, Prof. Dr. Ursula Neumann’ın “çocuğun dil öğrenme becerilerinin bir bütün olduğu, bu becerilerin birinin desteklenmesiyle diğer becerilerinin de gelişeceği; bunlardan birinin ihmal edilmesi halinde, diğer becerilerin de ihmal edileceği” görüşünü savunarak, bu uygulamadan vazgeçilmesi gerektiğini belirtti.
Yukarıda anlatılan olaydan ve öznel olduğu gerekçesiyle eleştiri alan tepkilerden bir yıl sonra BM Raportörü Vernor Muñoz tarafından Alman eğitim sistemi hakkında yapılan bir açıklamada, “Alman eğitim sisteminin özellikle ülkedeki göçmen çocukları için dışlayıcı ve yaralayıcı olduğu, yaranın da gelecek yaşamlarda iz bıraktığı” konusunda açıklama yapılmıştır. Araştırmaya göre, Alman öğretmenlerin öğrencilerini çok az tanıdıkları ve öğrenim sürecinde yapılan yönlendirmelerin hatalı olduğu, Hauptschule’ye gidenlerin “etiketlendiği”, bu etiketlemenin kalıcı olumsuz izler bıraktığı, bu okullardan Gymnasium türü okullara geçmenin neredeyse olanaksız olduğuna dikkat çekilmiştir.
Her kültür adapte olmak ve hayatta kalmak için değişir; bu kaybolmak değil, sosyal evrimdir. Almanya’daki Türkler de belli bir zaman dilimi içinde bu süreci yaşayacaktır. Almanya’daki Türkçe yerel ağızlar düzeyinde, sınırlı söz dağarcığı ile kullanılmakta olup, giderek aile içi iletişim aracı düzeyine inmektedir. Uydu üzerinden yapılan yayınların olsa olsa, bu süreci yavaşlattığı söylenebilir. Bir dil bir kez öldüğünde, onu yeniden ‘diriltmek’ mümkün değildir. Diller arasında Lazarus yoktur. Ancak, burada Türklerin rahatsızlığı, sürece dışarıdan müdahale edilerek hızlandırılmaya çalışılmasından kaynaklanmaktadır.
Alman Eğitim ve Toplum Yapısına İlişkin Tespitler
Yabancıların ülkeye uyum sağlamasına yönelik olarak yapılan yayınlarda, medyanın her iki tarafa ilişkin nesnel görüş oluşması konusunda önemli bir etkisi olduğu yukarıda belirtilmişti. Örneğin, “Almanya Müslümanlara Ayrımcılık Yapıyor” şeklinde Dünya Bülteni tarafından atılan başlık, Birleşmiş Milletler’e bağlı Irkçı Ayrımcılıkla Mücadele Komitesi (CERD), tarafından yapılan bir açıklamaya dayandırılmış. Haberin ayrıntısında şu bilgi verilmektedir:
“Almanya’yı ırkçılık ve ayrımcılıkla mücadelede yeterli önlem almadığı gerekçesiyle eleştirdi. Baden-Wuerttemberg eyaletinde, Alman vatandaşlığına geçmek isteyen Müslümanlar’a yöneltilen çeşitli test sorularını “ayrımcılık” olarak nitelendiren BM komitesi, ülke genelinde uygulanması kararlaştırılan vatandaşlık testine de tepki gösterdi. Komite’den yapılan açıklamada, “Almanya, ülkede doğan ya da uzun yıllardır burada yaşayan göçmenlerin uyumuna katkıda bulunmak amacıyla, bu kişilerin Alman vatandaşlığı elde etmelerini kolaylaştırmalıdır” denildi.
BM Komitesi’nin raporunda, Alman nüfusunun 5’te birinin göçmen kökenli olduğunu, nüfusun yüzde 8’inin Alman pasaportu taşıdığına işaret edilerek, buna karşın Almanya’nın kendisini “çok etnisiteli olmayan bir ülke” olarak tanımlamak istemesinin anlaşılamaz olduğu ifade edildi”
Medyaya yansıyan bir diğer haberin başlığı ise “Alman Polisi Ürküten Nazi Planını Açıkladı” şeklinde düzenlenmiş. Haberin ayrıntısı
“Alman hükümetinin yıllardan beri bir türlü baş edemediği Neo-Naziler şimdi de rahat miting yapabilmek için gayrimenkul almaya yöneldi. Berlin polisinden yapılan açıklamada, miting ve gösterileri polis tarafından engellenen Türk karşıtı gruplar, geniş arazilere sahip çiftlik evleri ve boşaltılmış süpermarketler satın alarak buraları toplantı merkezi haline getiriyor. Polis, “Daha onlarca benzer alan için pazarlık yaptıklarını öğrendik. İçerde Türkleri nasıl yakacaklarını planlıyorlar” diyerek çaresizliğini dile getirdi” şeklinde veriliyor.
Gerçekten, Alman polisinin yaptığı bir başka basın açıklamasından da yangınların sabotajcılar tarafından çıkarıldığı ve bir kişinin suçüstü yakalandığı bilgisi alınıyor. 19 Eylül 2008 günü bütün medya organlarında yer alan haber, Alman polisinin çaresizliğini ve Türklerin haklılığını ortaya koyuyor:
Almanya’nın Mannheim kentinde 5 Türk ailenin de oturduğu iki binada eşzamanlı yangın çıktı. İftar vakti çıkan yangında ölen olmazken, aralarında Türklerin de olduğu 8’i çocuk 20 kişi dumandan etkilendikleri için hastaneye kaldırıldı. Jakob-Faulhaber caddesindeki binada oturan ve akşam saat 20.20’de yanık kokusu aldıklarını ifade eden Tanış, Şanlı, İbrahim, Destum ve Mertgan aileleri büyük panik yaşadı. /…/ Kundaklama şüphesinin bulunduğunu ifade eden polis, iki binada Alman, İtalyan ve Türk vatandaşlarının yaşadığını, zamanında olay yerine gelen itfaiyenin yanan binalardan birçok kişinin hayatını kurtardığını bildirdi. Polis, yaklaşık 80 bin Euro maddi hasar meydana geldiğini kaydetti.
Bu tür haberler, hemen her hafta basına yansıyan ve çoğu defa Türkleri hedef alan yabancı düşmanlığına yönelik eylemlerle tedirgin olan Türk ve duyarlı Alman vatandaşlarını daha da huzursuz olmaya sevk ediyor.
İkili İlişkilerin Turizme Yansıması
İki ülke arasındaki ilişkilerin çok da sorunsuz olmadığını gösteren yukarıdaki kimi değerlendirmeler, zaman zaman turizm ile ilgili haberlere de yansımaktadır. Buna rağmen, Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, 2007 yılı istatistiklerine göre, ülkemize gelen toplam 23.341.000 kişiden dört milyonun üzerinde turist Alman uyruğu taşımaktadır (Bkz. Çizelge 1). Buna göre, Almanya’dan ülkemize gelen turistler, sayıca hiç de azımsanmayacak miktardadır.
Almanya’daki Türkler, Türk veya Türk kökenli Alman vatandaşları ile Türkiye’de yaşayan Alman veya Alman kökenli Türk vatandaşları artık bir bütünün ayrılamaz parçaları haline gelmiştir. İlişkilerin bu denli yoğun yaşanması nedeniyle, yaşanan kimi olumsuzlukların medyaya yansıması kaçınılmaz olacaktır. Örneğin, Alman medyası tatil için geldiği Türkiye’de 13 yaşında bir İngiliz kıza tecavüz etmekle suçlanan Alman Marco Weiss (17) için açılan davanın görüldüğü Antalya’ya adeta çıkarma yapmış; bu gencin Almanya’ya geri dönebilmesi için Almanya’da Türkiye ve Türk adaleti hakkında sağduyudan uzak kampanyalar yürütmüş, Türkiye’yi adeta suçlayan yayınlar yapabilmiştir.
Bu tür yayınların bulvar gazetelerinde biraz da tiraj kaygısıyla yayımlanması bir dereceye kadar anlayışla karşılanabilir. Bununla birlikte bu tür yayınların karşılıklı imgeleri olumsuza çevirmemesine dikkat edilmelidir. Aksi halde sağduyudan yoksun yayınların ulusları karşılıklı suçlamalara kadar götüren kampanyalara dönüşme tehlikesi bulunmaktadır (Bkz. Rasche 2008).
Alman medyası tarafından Almanya’dan Türkiye’ye gelen Alman turistlerin, destinasyon merkezi olarak Türkiye dışında bir başka ülkeyi seçmesi veya tatillerini Almanya’da geçirmesini özendirmeye yönelik başka yayınlar da bulunabilir. Örneğin, Alman televizyon kanalı RTL, Ekstra Magazin (Extra-Das RTL-Magazin) adlı programda, bir Türk ve bir Alman kadını Türkiye’ye tatile gönderip ve bunların hamburgercide, takside, mağazada, kuyumcuda ve bir lokantada yaşadıklarını başından sonuna gizli kameraya çekip yayınlıyor.
Programda, “hamburgerci, Türk kadına YTL cinsinden verdiği fiyatı Alman kadına Avro cinsinden söylediği ve kadının da hesabı Avro cinsinden ödediği; taksicinin Alman müşteriye gündüz vakti gece tarifesi açtığı; mağazada çanta almak isteyen Alman müşteriden Türk müşteriye verilen fiyatın iki katı istendiği; kuyumcuda da farklı bir uygulamanın olmadığı” anlatılıyor. Lokantada ise Türk ve Alman müşterilerin aynı yemekleri yiyip aynı şeyleri içtiği; ikisinin de kuruşu kuruşuna aynı hesabı ödedikleri belirtiliyor.
Bu haberden üstü kapalı olarak, “Türkiye’de yiyip içip karnınızı doyurun, ama alış veriş yapmayın” mesajı da çıkarılabilir; algı bu yöne kayarsa, Türkiye hakkında olumsuz bir imaj oluşturulmaya çalışıldığı izlenimi çıkarılabilir.
Bir diğer örnek ise Türkiye’nin tanıtımı için yine RTL tarafından hazırlanan ”Şehir Rehberi” adı altında –pek fazla araştırma yapılmadan hazırlandığı izlenimi veren- tanıtım DVD’leridir ki burada olan Türkiye’nin, Türk insanının imajına oluyor.
Epilog
Almanya Federal Cumhuriyeti Parlamentosu Sol Parti (Die Linke) Meclis Grubu Milletvekili Hakkı Keskin (Bkz.: kişisel web sayfası, 2008),
Almanya Türk Toplumu, Türkiye Almanya ilişkilerinin karşılıklı güvene, ortak çıkarlara ve eşdeğerde iki ülke diyaloğuna dayanmasına büyük önem vermektedir. Almanyalı Türkler olarak kendimizi geldiğimiz ülkemiz Türkiye ile yaşamakta olduğumuz Almanya arasında hep bir köprü olarak görmekteyiz. İki ülke arasındaki iyi ve gelişen ilişkiler hiç kuşkusuz Almanyalı Türklere de olumlu yansıyacaktır. İlişkilerdeki gerginlikse aksine bizlere doğrudan veya dolaylı olarak olumsuz etkilerde bulunacaktır. Bu nedenle Türkiye Almanya ilişkilerindeki sorunların ve gerginliklerin giderilmesi, var olan çok yönlü bağların giderek daha da güçlenmesi ve yoğunlaştırılması, iki ülke yararına olduğu gibi, Almanyalı Türklerin de yararınadır
diyor ve Alman medyasında Türkiye ve Türkler hakkında “sayılamayacak kadar yanlış ve tekyönlü” yazıların yer almasının da doğru olmadığını belirtiyor.
Almanya’da kimi kesimlerce “Turkish Community” veya “Powergirls” eğretilemeleri ile tanımlanan ve arabesk hip-hop müzikleriyle sıradışı örneklerini de barındıran yaşam biçimi , aslında Almanların kendi iç dünyalarındaki çelişkilerin ve açıkça ifade etmeseler de kaynağını görmezden geldikleri, değişmeceli toplumsal dönüşümünün getirdiği bir sorun değil; ama bir zenginlik olarak algılanmalıdır. Bu gençlerin ortaya koydukları da kendi sosyo ekonomik gerçeklerine uygun olarak kurmaya çalıştıkları yeni bir reel dünya için gösterdikleri tepkinin dışa vurumu olarak algılanmalıdır.
Sonuç olarak, Türkiye’nin Almanya ile ilişkilerinde olduğu kadar, Almanya`nın da Türkiye ile ilişkilerini kısa, orta ve uzun hedefli olmak üzere yeniden gözden geçirip, ortak çıkar temeline dayandırmaları iki ülkenin yararına olacaktır.
Her iki ulus birbirinden binlerce kilometre uzaklarda yaşamasına rağmen kendini nostaljik bir şekilde “tarihi dost” ve “müttefik” olarak görmekte ve kısa erimli çıkarları öne alan gruplara karşı “kötü adın çirkinliğinin harften, deniz suyunun acılığının kaptan olmadığını” gösterecek olgunluğa sahiptir.
KAYNAKLAR
- ABEL, Olivier (2007). “Sorgulayıcı Kimlik ve Avrupa Metaforu” Avrupa’nın Krizi: Fenomenolojik Sorun Olarak Avrupa’nın Dönüşümü (Derl. Önay Sözer, A. Vahit Turhan). Ankara: Dost Kitabevi Yayınları, ss. 117-132.
- BAĞCI, Hüseyin (2002). Türkiye Almanya İlişkileri. Diplomatik Gözlem Gazetesi. 26.09.2002. URL: diplomatikgozlem.com/turkish/ab/20030123_01.html (26.09.2008).
- EUROPÄISCHE GEMEINSCHAFTEN (2008). Europäische Kommission: Eine lohnende Herausforderung wie die Mehrsprachigkeit zur Konsolidierung Europas beitragen kann. Vorschläge der von der Europäischen Kommission eingerichteten Intellektuellengruppe für den interkulturellen Dialog. Brüssel: Amt für amtliche Veröff entlichungen der Europäischen Gemeinschaften. (ISBN 978-92-79-08023-4)
- İNAM, Ahmet (2006). Yaşamla Yoğrulmuş Bilgi. İstanbul: Say Yayınları, 2006. (ISBN: 9754686068)
- KEIM, Inken (2002): Die Verwendung von Formen der Mannheimer Stadtsprache in einer jugendlichen Migrantinnengruppe. Jogn Bateman & Wolfgang Wildgen (yay.): Sprachbewusstheit im schulischen und sozialen Kontext. Frankfurt: Peter Lang, 117-137.
- KUMRULAR, Özlem (2008). Avrupa’da Türk Düşmanlığının Kökeni: Türk Korkusu. 5. Baskı, İstanbul: Doğan Egmant Yayıncılık ve Yapımcılık Tic. A.Ş. (ISBN 978-975-991-600-8)
- “LASSWELL, Harold (1934). “Propaganda” Encyclopedia of the Social Sciences., 12., s. 257’den yapılan alıntı” SAID, Edward W.(1998). Oryantalizm…
- RASCHE, Uta (2008). “Türkische Medien in Deutschland: Unfaire Berichterstattung” Frankfurter Allgemeine Faz.Net, 30 Ekim 2008. faz.net/s/RubFC06D389EE76479E9E76425072B196C3/Doc~E7B10E04D87F245DDB320EDA403122D74~ATpl~Ecommon~Scontent.html
- SAID, Edward W.(1998). Oryantalizm (Çev. Nezih Uzel). İstanbul: İrfan Yayımcılık. (ISBN 975-371-032-1).
Bu yazıyı, Anadolu Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu Müdürü olarak görev yaptığım dönemdeki çalışma arkadaşlarımdan olan ve bir hafta sonu eğitim semineri için şehir dışına gönderdiğimiz; ama bu yolculukla birlikte bir daha geri dönmemek üzere sürpriz bir şekilde aramızdan ayrılan arkadaşımız Prof. Dr. Fermani Maviş’in anısına eksiksiz bir saygı göstergesi olarak hazırladığımız ortak yayın için kaleme aldım. Anısını yaşatmak üzere hazırlanan bu kitapta, onu saygıdeğer özlerini koruyarak yeniden hatırlar, hatırlatır; eşine, çocuklarına, yakınlarına taziyelerimi sunarım.
En masum gezi notları bile sıradan halkın Doğu hakkında görüş oluşturmasını sağlamaktadır. (Bu belgelerdeki anlatım, karşılaştırma ve betimlemeler –M.Ç.) Batı dünyasının kültürel kaynakları temel ölçü alınarak yapılmaktadır.
- Başarının Anahtarı: Geçmişten Günümüze Strateji - 17 Nisan 2025
- Geçmişten Günümüze Hedef Belirleme ve Başarı - 17 Nisan 2025
- Sürdürülebilir Başarının Temeli: Amaç Odaklılık - 16 Nisan 2025