Ahiret Nedir? Ahiret hakkında Bilgiler

  • Post author:
  • Post comments:0 Yorum

Ahiret Nedir

Ahiret Nedir? Ahiret hakkında Bilgiler

  • AHİRET NEDİR?

Ahiret kelimesinin sözlük anlamı, son ve sonra olandır. Bu anlamda dünyanın sonuna ahiret denir. Terim olarak ahiret, ölümden sonra insanların tekrar dirilmesiyle başlayan ve ebediyen devam eden bir hayatın adıdır.

İçinde yaşadığımız dünyada bulunan her şey sürekli bir değişiklik göstermektedir. Her şeyin durmadan değiştiğini, eskidiğini, canlıların doğup, büyüyüp, gelişip,yaşlanıp öldüklerini, hep gözlemekteyiz.

Yaratılmış olan varlıkların zamanı gelince yok olmaları doğaldır. Çünkü Yüce Allah’tan başka ölümsüz, kalıcı varlık yoktur. şu halde her şey belirli süreler içeresinde varlığını devam ettiriyor, sonra da yok oluyor. Bu varlıklar arasında kendisine verilen akil, irade ve güç sayesinde özel bir yere sahip olan insan da belirli bir süre yaşadıktan sonra ölmektedir. İşte insanın canlı kaldığı, varlığını sürdürdüğü bu zaman süresine ömür diyoruz. İnsan ömrünün belli bir zaman sonra Allah’ın emriyle son bulmasına da ecel diyoruz. Dünyada her gün veya her an vakti gelen insanların ömürleri tükeniyor; diğer taraftan da yeni doğanlarla yeni hayatlar başlıyor. İşte bunlar gibi bu dünyanın da bir ömrü, bir sonu vardır. Dünyanın bu son bulma anına “Kıyamet kopması” diyoruz. Bundan sonra, Yüce Allah yeni bir âlem yaratacak, bütün ölüleri diriltecek ve hepsini “Mahşer” denilen yerde toplayacaktır. İşte bu yeni âleme “Ahiret” denir.

Ahirete, ahiret günü, kıyamet günü, din günü, ceza günü, son gün, diriliş (ba’s) günü gibi isimler de verilmiştir.

İnsana hayat ve canlılık veren ruh, insanın ölümü ile bedenden ayrılır ve ruhlar âlemine gider.

Kıyametin kopma zamanı gelince İsrafil adlı melek Allah’ın emriyle Sûra üfleyecek bütün bu âlemin düzeni bozulacak, her şey alt üst olup taş üstünde taş kalmayacak ve bu dünya hayatı son bulacaktır.

İsrafil’in Sûra ikinci defa üflemesiyle bütün ölüler dirilecek ve yeni bir âlem kurulacaktır. Burada insanlara dünyada yaptıkları bütün iyilik ve kötülükleri açıkça gösterilecektir. Sevabı, yani iyilikleri çok olanlar Cennete gideceklerdir. Günahı, yani kötülükleri çok olan Müslümanlar günahlarının cezasını görmek üzere Cehenneme gireceklerdir. Bunları Yüce Allah dilerse affeder, dilerse cezalarını çektikten sonra yine Cennete koyar. İnkâr edip iman etmeyenler ebedî olarak Cehennemde kalacaklardır.

İşte yeniden dirilme ile başlayıp sonsuza kadar sürüp gidecek olan hayata âhiret hayatı ve bu hayatın geçtiği âleme de âhiret âlemi veya öteki dünya denir. Bu konuda Yüce Allah şöyle buyuruyor:

  • Sûra üflenince, Allah’ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde, kim varsa hepsi düşüp ölmüş olacaktır. Sonra Sûra bir daha üflenince, hemen ayağa kalkıp, bakakalacaklardır.” (Zümer: 68.)

Birinci Sûrda Allah’ın dilemesiyle ölmeyip kalanlar, Cebrail, Mikâil, Israfil, Azraîl, veya hamele-i arş(Arşı taşıyan melekler), ya da Rıdvan melekleri, hûriler, cennetin hazînedarı olan Malik’le cehennem bekçileri olan zebânîlerdir. Bu âyete göre ” Sûr ” iki defa üflenecektir: Birincisi ölüm üfleyişi, ikincisi de ba’s (dirilme) üfleyişidir.

  • B) AHİRET GÜNÜNE NİÇİN İNANIRIZ

Ahiret gününe inanmak, iman esaslarından beşincisidir. Ahirete inanmayan kimse gerçek mümin olamaz. Kur’an-i Kerimde müminlerin özellikleri sayılırken:

“Ey Muhammet, onlar sana indirilen kitaba da, senden önce indirilenlere de inanirlar; ahirete de onlar kesinlikle inanırlar” (Bakara / 4) buyrulmaktadır.

Bir başka ayette:

“Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, mutlaka haktan çok uzak, derin bir sapıklığa sapmıştır.” (Nisa /136) buyrulmaktadır.

Önemine binaen Kur’an-i Kerimde birçok ayette Allah’a imandan hemen sonra, Ahirete iman zikredilmiştir.

“Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyen kimselerin Rableri katında büyük ecirleri vardır. Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” (Bakara / 62),

“İnsanlardan bazıları, biz Allah’a ve ahiret gününe inandık derler. Halbuki onlar inanıcılar değildirler.” (Bakara / 8) ayetlerinde olduğu gibi.

Çünkü ahirete inanan kimse, onun peygamberine, dolayısıyla meleklerine ve kitaplarına kolayca inanır. Allah’ın yüce sıfatlarını öğrenince de, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ve her şeyi onun takdir edip yarattığına, yani kaza ve kadere de inanır. Ama tecrübe ve müşahede alanı dışında kalan ve sadece nakille, Allah ve Rasülünün haber vermesiyle bilinen yepyeni bir alemin ve hayatın, yani ahiret hayatının var ve hak olduğuna inanmak, daha büyük teslimiyet ister. Bu bakımdan, ahiret hayatına inanmak, iman esasları arasında önemli bir yer tutar.

Ahirete inanan kişi öldükten sonra tekrar dirileceğine, dünyadaki işlerinin karşılığı olan cennet ve cehenneme ve oradaki hayatın sonsuz olduğuna da inanır. Böyle bir inanca sahip olan kişi, yaptığı bütün işlerden sorumlu olduğunu, herkese hakkının burada verileceğini düşünür ve kavrar. Ahiret hayatındaki sonsuz mutluluğun, ancak bu dünyada kazanılacağını da bilir.

Bu dünya bir bakıma ahiretin tarlası gibidir. Burada ne ekersek orada onu biçeceğimize şüphe yoktur.

Ahiret inancı bize çok şeyler kazandırır. İnsanların birçoğu hayatı yalnız bu dünyadan ve kendi menfaatlerinden ibaret görürler. Mal, mülk, para onlar için her şeydir. Bu uğurda haksızlık bile yapabilirler. Daha çok kazanabilmek için başkalarına karşı acımasız olabilirler. İşte böyle insanlardan oluşan bir toplumda ahlâkı korumak güçleşir. Her türlü kötülük bu tür toplumlarda çoğalır.

İnançlı kimseler ise, bu dünyanın geçici olduğunu, ölümle her şeyin bitmediğini, öldükten sonra dirilmenin gerçek olduğunu, âhiret âleminin ebedî olduğunu, düşünürler ve bilirler. Böyle kişiler, bu dünyada daha bilgili ve ahlâklı olmağa çalışırlar. Doğru yollardan, yalana, hileye, rüşvete başvurmadan çalışarak kazançlarını artırırlar. Herkese yardım ederler, kimseye kötülük etmezler. Düzenli, mutlu, saygılı, merhametli olurlar. Adaletten ayrılmazlar, kimseye haksızlık ve eziyet etmezler.

  1. C) AHİRETE İMANIN FERT VE TOPLUM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Gerçekten uhrevî sorumluluk fikri, İslâm dininde bir asıldır. Fert ve toplum meselesi de bununla ilgilidir. İslâm dininde âhiret ve sorumluluk fikri, korku ve ümit, fertleri topluma bağlayan bir amildir.

Ahirete iman, daha yüksek ve ebedî bir hayata imandır. Bu dünyaya, ilim ve fazilet kazanmak, bulunduğu hayattan daha ulvî ve ebedî bir hayata yükselmek için geldiğine ve o âlemdeki mutluluğun bu dünyada kazanacağı yüksek ilim ve faziletlere bağlı olduğuna iman etmiş olan bir insan ve toplum için şu tesirleri görülür:

  • Ahiret inancının gösterdiği yolu tutarak aklını, ahlâkını hakîki ve müspet ilimlerle aydınlatır.
  • Bilgisizliğin doğuracağı eksikliklerin gayeye erişmesine engel olacağından korkar. ahirete iman suretiyle Yüce Allah tarafından kendisine verilen aklî kabiliyetleri, insani özellikleri yaratıldıkları gaye uğruna harcar.
  • İnsan, bu iman sayesinde her işinde doğruluktan ayrılmaz.
  • Para kazanıp zengin olmak isterse kazancını meşru yollardan kazanır.
  • Hile ve aldatma, vurgunculuk ve rüşvet yollarına yaklaşmaz.
  • Kendi hakkını bilir, başkalarının haklarını gözetmeyi bir borç sayar.
  • Vazifelerini tam anlamıyla vaktinde ve zamanında yapar.
  • Kazancını daima yerinde ve faydalı işlerde kullanır.
  • Bir mükâfat ve ceza gününün varlığı ve herkesin bu dünyadaki işinden dolayı Allah’ın huzurunda sorguya çekilecekleri gerçeği ahirete iman etmiş olan kimselerin kalbine yer etmiş olur.
  • Milletler ve toplumlar arasındaki bağların ve ilişkilerin sağlam bir hale gelmesini kolaylaştıracak olan en büyük vasıta ahirete imandır. Bu iman fertlerin kalbinde ne kadar kuvvetli olursa, toplumlar arasındaki ilişkiler de o derece sağlam olur. Çünkü bu iman, her ferdi kendi sınırında durdurup başkasının sınırına geçirmez.

Ahirete iman, insanların kalbine barış hisleri saçan ezelî bir ruhtur. Çünkü barış hissi, adalet ve sevginin meyvesidir. Adalet ve sevgi ise güzel ahlâkın meydana getirdiği şeylerdir. Güzel ahlâk da ahirete imanının aşılamış olduğu bir özelliktir.

  • D) KABİR HAYATI

İnsan denilen yaratığın yaratılmasıyla başlayan ve değişik biçimlerde devam eden yaşam evreleri vardır. İlk önce ruh olarak yaratılan insanın birinci hayatı ruhlar aleminde başlar ana rahmine gelinceye kadar devam eder; ikinci hayatı, ruhlar alemindekinden farklı bir biçimde ana rahmindeki hayatı; üçüncü hayatı, ruhlar alemindekinden ve ana rahmindekinden de farklı dünyadaki hayatı; dördüncü hayatı, yine öncekilerden farklı bir biçimde kabir hayatı, beşinci ve son hayatı da ahiret hayatıdır.

İşte bir insan öldükten sonra, ahiretin kapısı olan kabir hayatına intikal eder. Kabir hayatı; kabirde vaki olacak sorularla başlar, ölünün kabrinde amellerine göre nimetlere kavuşması veya azap olunmasıyla kıyamete kadar devam eden bir hayattır.

Dünya hayatı sona eren bir kimse ister bir kabre defnedilsin, ister denize atılsın, isterse hayvanlar tarafından cesedi parçalansın, yensin veya ateşte yansın, mutlaka Rabbinden, peygamberinden ve dininden sorguya çekilecektir. Ölen kimseleri sorguya çekmek için Allah tarafından görevlendirilen meleklere “Münker ve Nekir” melekleri denir. Bu melekler her ölüye “Rabbin kimdir”, “Dinin nedir”, “Peygamberin kimdir” sorularını sorurlar. Mümin olanlar bu sorulara kolaylıkla cevap verirler ve o andan itibaren kabirleri genişler, güzelleşir ve cennet bahçelerinden bir bahçe olur.

Kâfir ve münafıklar ise bu sorulara cevap veremezler. Onları da kabirleri, kaburgalarını kırıp birbirine geçirinceye kadar sıkar. Kabirlerinden cehenneme bir pencere açılır ve hak etmiş oldukları azabı, çeşitli şekillerde çekmeye başlarlar.

Kabirdeki sual, peygamberler, buluğa ermeden önce ölen çocuklar ve yine akıl baliğ olmadan önce delirenler ile Allah’ın dilediği kimseler hariç, herkese sorulur. Nimet veya azap ise sadece hak edenleredir.

Cenab-ı Allah, ölünün bedeninde lezzet ve elemi idrak edebilecek bir çeşit hayat yaratır da ölü bu biçimde ya nimetlere kavuşur veya azap görür.

Ölü kabre girince ruhu cesedine veya bedeninin parçalarından bir kısmına sirayet eder ve ölü bu suretle bir çeşit hayata sahip olarak kendine yöneltilen soruları anlar, lezzet ve elemi anlamaya uygun bir duruma gelir. fakat ruhun bu sirayeti ölünün tamamen harekette bulunmasını gerektirmez. Farz edelim ki, ölüye soru yöneltildiği bir anda kabri açılacak olsa, kendisinde asla bir hareket ve üzüntü görülemez.

Ahiret hayatını dünyadaki hayata tamamen kıyas etmek doğru değildir. Bunu bir örnekle açıklayabiliriz: şöyle ki: Yanımızda iki kişinin uyumakta olduğunu farz edelim. Bunlar derin bir uykuya dalmışlar, kendilerinde hiçbir kımıltı görülmüyor. şimdi bunlardan biri tatlı bir rüya görüyor; güya en sevdiği arkadaşlarıyla beraber en güzel bir bahçedeymiş gibi… Bahçeyi süsleyen çiçeklerin güzel kokularından istifade ediyor, çeşitli ağaçların meyvelerinden kopararak tatlı tatlı yiyor. Hasılı kendisi pek neşeli bir halde bulunuyor. Aksine diğeri de, pek elemli bir rüya görüyor. Adeta bir takım caniler ile beraber ıstıraba, acı çekmeye hapsedilmiş… Hapishanenin her duvarından üzerine akrepler, yılanlar, vahşi hayvanlar saldırıyor. Bu durumda bedenî ve ruhî bakımdan sahip olduğu üzüntü sonsuz. Halbuki biz bu iki insanın sakin, sessiz, uykuya dalmış, hareketsiz bir halde olduklarını görürüz. Bunların ne neşelerini, ne de elem ve ıstıraplarını göremeyiz.

İşte bunun gibi bir ölü de kabrinde ya sıkıntı ve ıstıraba düşer, kabri kendi hakkında sıkıntı ve azap yeri olur. Veya refah ve rahata erişir, kabirde cennet nimetleriyle mükâfatlandırılır ve kabri bir cennet bahçesi olur. Artık onların âlemi başka bir âlemdir. Dünyada yaşayanlar o âlemin durumlarını anlayamazlar. Ancak bu hayata iman, bu durumları anlamayı kolaylaştırır.

Kabirdeki sual, azap ve nimeti anlatan Kuranda ayet ve manaca tevatür derecesine varan hadis-i şerifler mevcuttur.

Kur’an-ı Kerimde, Fir’avn ve hanedanı hakkında, onların her gün sabah akşam ateşle azap olunduklarını haber veren şu ayet-i kerime vardır:

“Onlar, sabah akşam ateşe arz olunurlar. Kıyamet koptuğu gün de: “Fir’avn’ın hanedanını azabın en şiddetlisine sokun.” (Mümin/46) denir.

Konuyla ilgili hadis-i şerifler şunlardır:

Zeyd bin Sabit (r.a.)’den yapılan sahih rivayete göre, Resülullah (s.a.v.) Efendimiz Neccar oğullarına ait bir kabristandan geçerken binmiş olduğu katır ürktü, neredeyse Resülullah düşecekti. Orada ya altı, ya beş, ya da dört kabir bulunuyordu. Bunun üzerine Efendimiz sordu: “Bu kabirde yatanları bilen var mı” Bir adam ayağa kalkarak “Ben biliyorum..” deyince, Efendimiz: “Bunlar ne zaman öldüler” diye sordu. O da “Eşrat’ta (Cahiliyette) öldüler” diye cevap verdi. Efendimiz, “Birbirinizi defnetmeyi terk endişem olmasaydı, kabir azabından işittiğimi sizin de işitmeniz için Allah’a dua edip isterdim!” buyurduktan sonra bize döndü ve: “Kabir azabından Allah’a sığının!” diye uyarıda bulundu. Biz de: “Kabir azabından Allah’a sığınırız” dedik. Sonra tekrar bize: “Cehennem azabından Allah’a sığının!” diye emretti. Biz de: “Cehennem azabından Allah’a sığınırız” dedik. Sonra “Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah’a sığının!” buyurdu. Biz de: “Ortaya çıkan ve çıkmayan fitnelerden Allah’a sığınırız” dedik. Sonra, “Deccal fitnesinden Allah’a sığının!” diye emretti. Biz de: “Deccal’in fitne-sinden Allah’a sığınırız” dedik. (Müslim)

İbn-i Abbas (r.a.)den rivayet edilmiştir: Resülullah (s.a.v.) iki kabre uğradı da:

“Hiç şüphesiz, bunlar azap görüyorlar. (Gözlerinde) büyüttükleri bir şey hakkında azap görmüyorlar. Evet, o günah büyüktür. Biri (iki kişinin arasını bozmak için) söz taşırdı. Diğerine gelince, idrar(ının üzerine sıçrayıp bulaşmasın)dan sakınmazdı” buyurdu. (Buhari)

Abdullah Ibn-i Ömer (r.a)den rivayet edilmiştir: “Sizden biriniz vefat ettiğinde sabah ve akşam ona kendi makamı gösterilir: Cennet ehlinden ise, cennet ehli makamlarından bir makam; cehennem ehlinden ise, cehennem hücrelerinden bir karargâh gösterilir. Ve ona: Burası senin (ebedi) durağındır. Kıyamet günü Allah seni buraya gönderecektir, denilir.” (Buhari)

  • E) KIYAMET

Kıyamet denilen dünyanın sonu gelmezden önce bazı garip, olağanüstü olaylar zuhur eder ki, bunlara kıyamet alâmetleri denir. Bunlar kıyametin yaklaştığının ön belirtileridir. Zira kıyametin tam kopacağı zamanı ancak Allah (c.c) bilir. Kullar, bazı alâmetlerin zuhuru ile kıyametin yaklaştığını bilebilirler. Bu alâmetlerin meydana geleceğini Peygamberimiz (s.a.v.) haber vermişlerdir.

Ancak, şunu belirtmeliyiz ki, kıyamet alâmetleri dediğimiz olayların olması, bizim bildiğimiz ve anladığımız manada olmayabilir. Yani o olaylar meydana geldiği ve alâmetler görüldüğü halde, biz onların farkında olmayabiliriz. Çünkü, kıyamet alâmeti olarak gösterilen hadiseler, çok kesin hatlarla tayin edilmiş değildir. Bundan dolayı alâmetin meydana gelişinin farkına varmamış olabiliriz. Öyleyse Müslümana düşen, kıyamet alâmetlerini ve zamanını araştırmak değil, her an kıyamete hazır olmaktır. Çünkü ölümle insanın kıyameti kopacaktır. Ölümün ise geleceğini önceden haber veren alâmetleri, herkes için yoktur.

Kıyamet alâmetleri küçük ve büyük alâmetler olmak üzere iki grupta toplanır. Bu ayırış, İslâm alimleri tarafından şu iki nokta göz önünde bulundurularak yapılmıştır:

Küçük alâmet sayılanlar, insanların kendi iradelerine ve hareketlerine bağlı olanlardır. Bunlar insanların kendi fiilleri sebebiyle meydana gelen şerlerden ibarettir. Büyük olanlar ise, insan iradesine başlı olmayan alâmetlerdir.

Küçük alâmetler, zaman itibariyle daha önce meydana gelecektir. Kıyametin kopuşuna, büyüklere kıyasla daha uzaktırlar. Büyük alâmetler ise, kıyamete oldukça yakındırlar. Büyük alâmetler görüldükten sonra artık sayılı günlere girilmiş, dünya rayından çıkmış, mahvolmağa yönelmiş demektir.

  • F) MÜKAFAT VE CEZA

Ahiret gününe iman etmenin temelinde bu dünyada yapılanların öteki dünyada mükâfat ve ceza olarak karşılıklarının görülmesi vardır.

Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor: “İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yaparsa onun sevabını görecek; kim de zerre ağırlığınca şer yaparsa onun cezasını görecektir.” (Zilzal : 7 – 8.)

Hayat yolunda insanoğlunun üç (3) konağı vardır: Biri bu fâni âlemdir ki buna “Dünya” denir . İkincisi kabir âlemidir ki, buna “Alem-i Berzah” denir. Üçüncüsü ise, ebedî yaşayış âlemidir ki, buna da “Ahiret evi” denir.

Resûl-i Ekrem (sav)e nazil olan vahiyde üç konağın her üçünde de insanın mükâfat ve ceza göreceği bildirilmiştir. İnsan amellerinin cezasını ve mükâfatını başarısızlık ve başarı şeklinde görecektir. Sonra insan ruhu ikinci konağa geçecek; orada da insan kendi amellerinin görüntüsünü bir parça görecektir. Sonra bu mevcut dünyanın bütün işleri sona erecek, fânî âlemin bütün şekil ve görüntüsü silinip ortadan kalkacak, nihayet yeni bir âlem meydana gelecek; o zaman fâni insanlar ebediyete kavuşmak için uyanıp kalkacaklar, bütün amellerin tamamıyla karşılığını mutlaka göreceklerdir.

İnsanın ilk ceza göreceği yer bu dünyadır. Her ne kadar insanın iyilik ve fenalığının tam karşılığını öteki dünyada “Ahirete” bırakılmışsa da, yaptığı işlerin karşılığını bu dünyada da az çok görür. İnsan salih amel, iyi işler karşılığı olarak; izzet, şöhret, şan, şeref, sevgi, güven, refah, saltanat ve egemenliğe sahip olur. Aksine kötü amellerle, fena işlerle de zillet, rezalet, şerefsizlik, perişanlık, güvensizlik, korku, keder ve mahkumiyete uğrar. Yüce Allah bu hususta şöyle buyuruyor:

  • Bu dünyada iyilik edenler için iyilik vardır. Ahiret yurdu ise daha iyidir. Fenalıklardan sakınanların yurdu, en güzel, en mükemmel yurttur.” (Nahl / 30
  • Allah’ın mescitlerinde, Allah’ın adının anılmasına engel olan ve onların harâb olmasına çalışanlardan daha zalim kim vardır? Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeğe hakları yoktur.) Bunlar için dünyada bir rezillik, âhirette de büyük bir azap vardır.” (Bakara : 114.)
  • … Sizden kim, dininden döner de kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da âhirette de geçersiz sayılmıştır. Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.” (Bakara: 217.)
  • G) HAŞR VE MAHŞER

Haşrin sözlük manası, toplamaktır; Mahşer de toplanılan yere denir. Terim manası ise, kıyamet gününde dirilmeyi(ba’si) müteakip mahlukatın bir araya toplanmasıdır.

Kuran’da: “Bütün insanların bir araya toplanacakları gün” (Hud / 103), olarak nitelenen haşr için, “Sizi toplanma gününde bir araya getirdiği gün, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür.” (Tegabün / 9) , “Onların hepsini bir gün toplarız” (Yunus / 28), “…o gün, suçluları korkudan gözleri göğermiş olarak toplarız.” (Taha / 102), “Gözleri dönmüş olarak, dağılmış çekirgeler gibi, kabirlerinden çıkarlar ve çağırana doğru koşarlar.” (Kamer /7-8) buyrulur.

Kıyamet günü Allah Tealâ yeryüzünü dilediği şekle sokar. Mahşer yeri, Peygamberimizin ifadesine göre: “Üzerinde hiçbir alâmet (dağ, deniz, bitki vb.) bulunmayan, halis buğday unundan yapılmış yufka gibi beyaz ve parlak bir düzlük” (Buhari) olacaktır. Dirilişi müteakip mahlukat, hesap ve kısas için bu düzlükte toplanacak. Hesaplaşmadan sonra ise hayvanat toprak olacaktır.

Ba’s (diriliş) ve haşr, bazılarının dediği gibi sadece ruh ile değil, ruh ve cesetle birlikte olacaktır. Ahiretin varlığının ispatı konusunda da işaret edildiği gibi, insanları yoktan var eden Allah’ın onları, çürüyüp toprak olduktan sonra çürümüş parçalarını bir araya toplayıp diriltmeye de gücü yeter. Üstelik konu ile ilgili ayet ve hadislerin pek çoğunda bu husus açıklanmıştır.

Kur’an-ı Kerimde: “İnsan zanneder mi ki, biz onun kemiklerini toplayıp bir araya getiremeyeceğiz. Evet biz, parmak uçlarını bile derleyip iade etmeğe kadiriz.” (Kıyame / 3-4) buyurulur.

Mahşerde toplanan insanların o gün karşılaşacakları durum ve görecekleri muamelelerin, herkesin dünyadaki amellerine göre olacağı, Peygamber Efendimizin çeşitli hadislerinde haber verilmiştir. Bu konuda pek çok hadis vardır. Bunlardan bazılarında mahşerin sıkıntılı hali anlatılır; güneşin bir mil kadar yaklaştırılacağı ve bu dayanılmaz sıkıntıların, Peygamberimizin şefaati ile son bulacağı belirtilir.

  • H) AMEL DEFTERLERİ

Mahşerde herkes toplandıktan sonra insanlar için dünyada yazıcı melekler tarafından tutulan amel defterleri dağıtılır. Dünyada insanın yaptığı her şey, bu defterlerde bütün teferruatıyla kayıtlıdır. Unutulmamalıdır ki, bunları dünyadaki defter ve kitaplara benzetmek yanlıştır. Amel defterleri, bir kısım insanlara sağdan, diğer bir kısmına da soldan veya arkadan verilir.

Amel defterini sağdan alanlara “Ashab-ı yemin” denir ki, bunlar cennete girmeyi hak eden müminlerdir. Onların hesabı kolay ve sevinci fazla olacaktır. Sınıfını geçen öğrencinin karnesini alınca herkese göstermesi gibi, onlar da her önüne gelene, alın alın, kitabımı okuyun diye gösterirler.

Amel defterlerini soldan veya arkadan alanlara “Ashab-ı şimal” denir ki, bunlar, hesabı çetin olacak ve sonuçta cehenneme gidecek olanlardır. Bunlara defterleri verilirken: “Oku kitabını, bugün hesap görücü olarak sen kendine yetersin.” (Isra / 14) yani defterini okuyunca hesap neticesinde nereye varacağını kendin de anlarsın, denir.

  • I) HESAP VE SUÂL

Mahşerde ilahi adaletin tecellisi için mahkeme kurulacak ve herkes yaptıklarından sorguya çekilecektir. Orada mutlak hakim olan Allah’ın huzurunda herkes hesap verecektir. Allah Tealâ aslında her şeyi bilmektedir. Amel defterlerini alan herkes de kendi yapıp ettiklerini en ince ayrıntılarına kadar görmüştür.

Ancak Allah Tealâ, herkese suçlarını bir bir itiraf ettirmek, azabı hakkettiğini göstermek için daha doğrusu böyle istediği için kullarını bir bir hesaba çeker. Ancak, bir anda insanlardan birinin hesaba çekilmesi, diğerlerinin hesabının görülmesine engel olmaz.

Ahirette insanların nelerden sorguya çekilecekleri bir hadis-i şerifte ana hatlarıyla açıklanır. Buna göre insan:

  • Ömrünü ne yolda tükettiğinin,
  • İlmini ne yolda kullandığının ve onunla hangi amelleri yaptığının,
  • Malını nereden kazanıp nereye harcadığının,
  • Cismini ne yolda yıprattığının hesabını mutlaka verecek, bu hesabı vermeden hiçbir yere gidemeyecektir.

Hesap ve sual esnasında, melekler tarafından tutulan amel defterleri yanında, insanın elleri, ayakları ve derilerinin de şahitlik edeceği Kuran’da bildirilmiştir. (Fussilet /19-21; Yasin / 65)

O gün, kendilerine Allah’ın bir lütfu ve dünyada yaptıklarına karşılık hesap ve sualden muaf tutulanlar da vardır.

  • J) MİZAN

Mizan, mahşer gününde herkesin amellerinin miktarını bildiren bir ölçüdür. Bu ölçü vasıtasıyla herkes kendi sevap ve günahının derecesini anlayacaktır. Gerçek mahiyetini sadece Allah’ın bildiği mizanın varlığı Kuran’la sabittir.

Kur’an’da bu konuda şöyle buyurulur: “Kıyamet gününde amellerin tartılması haktır, gerçektir. Tartıları ağır gelenler, işte onlar kurtulanlardır.” (A’raf /8) “Biz kıyamet gününe mahsus adalet terazileri kuracağız. Hiçbir kimse hiçbir Haksızlığa uğratılmaz. Bir hardal tanesi kadar bile olsa, yapılanı ortaya koyarız. Hesap gören olarak biz yeteriz.” (Enbiya /47)

Mizan, hiçbir kimsenin en küçük amelinin dahi zayi’ olmasına meydan vermeyen, tam manasıyla haklı ve adaletli bir ölçü aletidir. Herkesin ameli, mahiyetini bilmediğimiz bu aletle ölçülecektir. İyilikleri ağır gelenler cennete gönderilirler. Kötülükleri ağır gelenler de cehenneme gönderilirler. Ancak cehenneme gidenlerden iman sahibi olanlar cehennemde sürekli kalmazlar. Günahları kadar cehennemde ceza çektikten sonra cennete gönderilirler.

  • K) SIRAT

Lügatte yol demektir. Terim olarak sırat, cehennem üzerine kurulmuş olan son derece ince ve keskin bir köprüdür ki, herkes bunun üzerinden geçecektir. Cennete gitmek için sırattan başka yol yoktur. Ancak sırattan geçmek, geçen şahsin iradesine değil, dünyadaki yaşayışına, iman, amel, ihlâs ve ahlakına bağlıdır.

Buna göre müminlerden bazıları derecelerine göre sıratı göz kayması, şimşek, rüzgâr, kuş, yarış atı hızıyla geçerken bazıları da zorluk çekecek veya tamamen geçemeyecektir. Kâfir ve münafıklar ise sıratı geçemeyip cehenneme atılacaklardır.

Sıratı ilk geçen ümmetin bizim peygamberimizin ümmeti olacağı da bu konuda gelen haberler arasındadır.

  • L) ŞEFAAT

Şefaat: Ahirette günahkâr olup ta cehenneme girme durumunda olan müminlerin affi, ibadet ve taat ehlinin daha büyük derecelere ulaşması için peygamberler ile ümmetin büyüklerinin Allah Tealâya yalvarmalarıdır.

Beş çeşit şefaat vardır:

  • Şefaat-i uzma: En büyük şefaat demektir. Kıyamet günü mahşerdeki bekleyişin sona erip hesabın başlaması için Peygamber Efendimizin bütün insanlığa şefaatidir.
  • Bazı müminlerin hesap görmeden cennete girmelerini sağlayan şefaat. Bu da Resülullah (s.a.v.)e mahsus olan bir şefaattir.
  • Cennette bazı müminlerin derecelerinin yükselmesi için olan şefaat
  • Günahları sebebiyle cehenneme girecek olan müminlerin, cehenneme girmeksizin cennete girmelerini sağlayan şefaat.
  • Cehenneme girmiş olan müminlerin, cezasını tam çekmeden affedilip çıkarılması için olan şefaat.

Son üç maddede yer alan şefaate, Allah’ın izniyle Peygamberimizin yanında diğer Peygamberler, ilmiyle amil olan âlimler ve şehitler de yetkilidir.

Allah’ın izni olmadan hiç kimse şefaat edemeyeceği gibi, Allah’ın izin vermediği hiç kimseye de şefaat edilmez. Şefaatte de ilahi adalet daima gözetilir.

  • M) CENNET VE CEHENNEM

Ahiret hayatında mükâfat görecek olanların toplanıp yaşadığı yere cennet, ceza görecek olanların cezalarını çektikleri yere de cehennem denir.

Cennet, Allah’ın sayısız nimetleriyle doludur. Bu manayı ifade eden değişik sıfatları vardır:

  1. Cennet’ün – naîm: Nîmetler bahçesi,
  2. Cennet’ül – huld: Dâimî bahçe,
  3. Cennet-i adn: Dâimî kalınacak bahçe,
  4. Cennet’ül – me’vâ: Barınılacak bahçe,
  5. Firdevs: Bahçe,
  6. Ravza: Çayır, çimeni bol olan yer,
  7. Dâr’ul – huld: Dâimî kalınacak yer,
  8. Dâr’ul – mukâme: İkâmet olunacak yer,
  9. Dâr’us – selâm: Emniyet ve selâmet yeri.

Kur’an-ı Kerimde ve Hadîs-i şeriflerde cennet çeşitli yönleriyle anlatılıyor.

Cehennem: Cehennemde cismanî ve ruhânî iki çeşit ceza vardır. Kur’an-ı Kerimde cismanî cezalar şu şekilde beyan olunmaktadır:

  •  Kur’an-ı Kerimde cehennem ateşinden ve bu ateşin yakıcılığından çeşitli defalar bahsedilmiştir. O derece ki, “Nar=ateş” sanki cehennemin ikinci ismidir. Buna yakın şu ifadelerle de Kur’an’da geçmektedir: “Sair = parlayan ateş” “Azab’ül-harik = yakıcı azap”.
  • Cehennemde gölge olmayacaktır. Hatta şöyle emir verilecektir: “Haydi, yalan saydığınıza doğru yürüyün. Üç kola ayrılmış gölgeye gidin ki onda gölgelik olmaz. Sizi alevlerden korumaz.” (Mürselât: 29-31).
  • Cehennemde serinlik olmayacaktır. “Orada serinlik ve içecek şey tatmayacaklar.” (Nebe’: 24).
  • Cehennemde rahatlık getirecek olan ölüm de toktur. Cismin ferah bulacağı hayat da yoktur. “Oraya (cehenneme) giren ne ölür ne de yaşar”.
  • Cehennemde içilecek yalnız kaynar su, cerahat ve irin vardır. “Ateşte daima kalacak olanlar, bağırsaklarını parça parça eden kaynar su içenler gibidir”. (Muhammet: 15)
  • Yiyecek, acı meyveler “Zakkum” vardır. “… Yoksa öyle bir zakkum ağacına konmak mı hayırlı? Biz bu ağacı zalimler için nimet kıldık. O ağaç cehennemin dibinde biter. Meyvesi yılanların başı gibidir. Onlar o ağaçtan yiyip karınlarını doyuracaklar, sonra üzerine kaynar sular içecekler, sonra dönüp gidecekleri yer cehennem olacaktır”. (Saffât: 62 – 67.)
  • Yiyecek olarak vücuda hiç faydası olmayan ” Kuru dikenler” vardır. “Onların bütün yiyecekleri dikenden başka bir şey değildir. (Bu gıda) onları ne (doyurur), semirtir, ne de açlıktan kurtarır.” (Gâşiıe:6-7.)
  • Ateşten elbiseler vardır. “Kâfirler için ateşten elbiseler biçilmiştir” (Hacc: 19.)
  • Demirden oturacak yer ve yatak vardır. “Onlar için demirden gürzler de vardır”.
  • Boynunda halka ve zincirler vardır. “Biz kâfirler için zincirler, lâleler (halkalar) alevli ateşler hazırladık”. (Dehr: 4.) Bu saydığımız cismanî cezalardan başka öyle ruhânî cezalar olacaktır ki, bakanların gözleri dikilip kalacaktır. Birkaç ayetten örnek görelim: “O, Allah’ın öyle bir ateşidir ki acısı yürekleri sarar.” (Hümeze:6-7) “Onlar, uğradıkları gam ve kederden (duydukları acı ıstıraptan) dolayı içinden çıkmak istedikçe yine oraya iade olunurlar (Ve kendilerine) : Yanmanın azabını tadın! denilir.” (Hacc:22)
  • N) A’RAF

A’raf, tümsek, tepe anlamına gelir. Terim olarak “A’raf ” kelimesinin hangi anlama geldiği hususunda İslâm âlimleri farklı açıklamalar yapmışlardır:

  • Bir kısım âlimlere göre “A’raf” cennetle cehennem arasında bulunan sur (=Yüksek duvar)dan bir perdenin yüksek tepeleridir.
  • Bazılarına göre ise “A’raf”, mizanda iyilik ve kötülükleri, yani sevaplarıyla günahları denk geldiği için cennet veya cehenneme girmeyenlerin kaldıkları yerin adıdır. Bunlar, Allah’ın izniyle, haklarında yapılan bir şefaatle daha sonra cennete gireceklerdir.
  • Diğer bazı âlimler ise “A’raf”ın, fetret devirlerinde ölenlerle, müşriklerin çocukları ve delilerin kalacakları yer olduğunu söylemişlerdir.

Kur’an-ı Kerimde “A’raf” sûresindeki “A’raf”la ilgili ayet şu mealdedir: “İki taraf (Cennetlikler ve cehennemlikler) arasında bir perde vardır. A’raf (burçlar) üzerinde de bir takım insanlar vardır ki, her iki tarafı da (yani cennetlik ve cehennemlik olanları) simalarından tanırlar. Cennetliklere “Size selâm olsun” derler. Bunlar, henüz girmeyen fakat cenneti uman kimselerdir. Gözleri cehennemlikler yönüne çevrilince de: “Rabbimiz, bizi zalimlerle beraber bulundurma” derler.” (A’raf / 46-47)

  • O) HAVZ-I KEVSER

Ahiret günü Allah Tealâ, Peygamberlerine birtakım havuzlar bahşedecektir. Her Peygamber, ümmetinin cenneti hak etmiş olanlarına o havzın hoş kokulu ve lezzetli suyundan içireceklerdir.

Havz-ı Kevser adı, Peygamber Efendimize verilen havzın ismidir. “(Habibim) doğrusu biz sana kevseri verdik.” (Kevser/1) ayeti buna işaret eder.

Peygamber Efendimizin havzı, diğer Peygamberlerinkinden daha büyüktür. İçenleri de daha çok olacaktır. Bu havzın suyu, sütten daha beyaz ve miskten daha hoş kokuludur. O dehşetli günde müminler bu sudan içip hararetlerini teskin edecekler ve bir daha susuzluk duymayacaklardır. Peygamber Efendimiz bu konuda şöyle buyururlar: “Benim havzımın kenarları tam bir aylık yaya yolu genişliğindedir. Onun suyu sütten beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları da gökyüzünün yıldızları gibi çoktur. Ondan içen kimse hiç susamaz.

Ergunca
Ergunca tarafından yazılan son yazılar (Hepsi)

Yorum yapmaya ne dersiniz?