Deyimler ayrı yazılır ve sözcüklerin yerleri değiştirilmez. Çoğunlukla benzetme ve söz sanatları ile oluştukları için genel kural niteliği taşımazlar. En az iki kelimeden oluşurlar ve çoğunlukla sözcük anlamları haricinde ayrı bir anlam belirtirler.
Aşağıda verilen örneklerden açıklaması sitede yayımlananları link olarak işaretledim. Tıklayarak anlamlarına bakabilirsiniz. Bütün deyimler harf sırasına göre sıralama yapılmıştır. Linki verilmeyen deyimlerimizin açıklamaları fırsat buldukça yapılacak ve konu içeriği aralıklarla güncellenecektir.
Bu deyim halk arasında “Altı Kaval üstü Şişhane ” olarak ta kullanılmaktadır. Parçaları birbirine uymayan aparatlara veya giyim kuşamı uyumsuz kıyafetleri giyenlere “Altı kaval,Üstü Şeşhane” deyimi kullanılır. Türk Dil Kurumu anlam olarak “giysilerini birbirine uygun düşüremeyen, yakıştıramayanlar için söylenen bir söz” diye belirtmektedir.
İstanbul’un ilçelerinden Şişhane’ye eskiden Şeşhane denilirdi. Kelime anlamına bakacak olursak ‘şeş‘ altı demektir. “hane” ise imalat yapılan işlerin sonuna her zaman getirilirdi. Kahvehane, dabakhane ,yemekhane gibi… Şeş (Altı) tüfek ve toplardaki yiv sayısını belirtmektedir. Yivsiz top ve tüfeklere içi düz olduğu için kaval tipi denilir ve bu toplarda toplarda sadece gülle kullanırlardı.
Daha sonra ise yiv icat edilerek topların içine mermiler yerleştirildi. Bunun sonucu olarak yivlerin meydana getirdiği ivme sayesinde mermiler toplardan daha uzun mesafelere eriştiler. Kısacası bu yivli top ve tüfeklerde altı adet yiv bulunduğundan imal edilen yere de Şeşhane denilmiştir.
Söylenenlere göre, kaval tipi top ile yivli topu birleştirerek bir deneme yapılmak istenir. Etraftakiler her iki silahın birleştirilmesinin iyi olmayacağını söyleyerek uyumsuzluğu bu deyimle anlatırlar.
Günümüzde birbirine yakışmayan, parçalara, aparatlara, giyim kuşama “Altı kaval ,üstü şeşhane” deyimi sıklıkla kullanılır.
Bu atasözünün anlaşılabilmesi için meyveli ve meyvesiz ağaçları karşılaştırmak gerekir. Meyvesiz ağaç dalları yukarıya doğru yükselirken, meyveli ağaçların dallarının ise meyvelerin ağırlığı sebebiyle aşağı doğru sarktığını görürüz. Atalarımız doğada gördükleri bu tür olayları kişisel gelişim için bir çok defalar örnek almışlardır.
Yüce Allah, insanlara neyin eğri, neyin doğru olduğunu kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla göstermiştir. Onun yap dediğini yapan, yapma dediğini yapmayan doğru yoldadır. Onun istediklerini yerine getiren, haram kıldığı şeylerden kaçınan, onu bunu aldatmayan, yalan söylemeyen, doğruluktan sapmayan kişiye Allah yardım eder; o kişi her işte başarı sağlar, kötülük görmez, zarara da uğramaz. O hâlde doğruluktan şaşmamalıdır.
Allah gümüş kapıyı kaparsa altın kapıyı açar
İşleri kötü giden kişi Allah`tan umut kesmemelidir. Rahmeti bol olan Yüce Allah, kimseyi rızksız koymaz. Allah`ın bir sebeple bizi içine düştüğümüz kötü durumdan çıkarıp, daha iyi ve güzel bir duruma kavuşturacağına inancımız tam olmalıdır.
Eskiden savaşlar o kadar çok olurmuş ki Anadolu’nun hemen her köyünden, cephede savaşan bir asker olurmuş… Elbette bu askerlerin geride bıraktığı anaları, kardeşleri, hanımları, nişanlıları, sevgilileri olurdu.
Geride kalanlar vatanını, dinini korumak için savaşan yiğitleriyle gurur duyarlar ama içten içten gözyaşı dökerlerdi. Bu gözyaşları, gözpınarlarını kurutup ta gözleri çapaklandırmaya başlayınca dayanılmaz bir ağrı vermeye başlarmış…
Eski zamanlarda yaşayan atalarımız bir ocağa veya yatıra gitmeden önce test yaparlardı. Hastalığı, ağrısı, sancısı veya burada anlatamayacağım çeşitli sorunları olan kişi, bu sorunları gidereceğine inandığı her yatır veya ocak için bir iğne seçerdi. Bu iğnelerin her biri işaretlenir ve toplu olarak bir su kabına atılırdı. Su dolu kapta 2-3 gün bekletilen iğneler takip edilir ve ilk küflenen iğne hangi yatır veya ocağa ait ise oraya gidilirdi. İşte bu suya iğne atılarak gideceği yatır veya ocağı seçme işine iğne ıslatma denilirdi…
Bu atasözü halk arasında “Bıldırcının Beyliği Arpa Biçilene Kadardır” diye de bilinmektedir. Atasözünü anlayabilmek için bıldırcını ve doğadaki yaşam şeklini bilmek gerekir.
Bıldırcın tavuksu hayvanların en küçüğüdür. Bu nedenle uzak mesafeler gidemez. Bıldırcınlar; tarım alanları, çayırlar, bozkır ve yarı çöllerde bulunurlar. Besinleri taneli tahıllar, ot tohumları, bitkiler, böcekler, kurt, tırtıl, karınca ve küçük salyangozlardır. Yavrularını hayvansal besinler ile besledikleri için çabuk gelişirler. Bıldırcınlar küçük oldukları için ekinler arasında korunaklı rahat bir yaşam sürerler. Bu rahatlık ekinlerin biçilmesi ile aniden sona erer. Artık kendilerini saklayan ekinler ortadan kalkınca açıkta yavrularıyla beraber korumasız bir şekilde kalırlar. Bunu fırsat bilen avcılar tarafından rahatça avlanırlar.
Devletli ile deli bildiğini işler(Atasözü) Yüksek rütbeliler, deliler, kimsenin sözünü dinlemez, akıllarına geleni yaparlar.
Bir deli kuyuya bir taş atar, kırk akıllı çıkaramazmış(Atasözü) Bir insan bazen akla ve mantığa sığmayan bir iş yapar; yapılan iş, hiçbir kurala uymadığı için pek çok akıllı insan bunu düzeltmeye çalışır, fakat başaramaz.
Deli arlanmaz, soyu arlanır(Atasözü) Densizce, delice iş yapanlar yaptıklarından utanacak durumda değillerdir ama ailesi, yakınları onların davranışlarından üzüntü duyarlar, utanırlar.
Deli dostun olacağına akıllı düşmanın olsun(Atasözü) Akılsız kimse iyi niyetli olsa dahi yaptığı işin ne gibi kötü sonuçlar doğuracağını hesap edemediğinden dostuna bilmeyerek fenalık edebilir, akıllı düşmanın yapacağı kötülükse akıl yoluyla sezilir ve gereken tedbir alınabilir.
Adı deliye çıkmak(Deyim) Deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak.
Bu deyimi anlayabilmek için öncelikle “baldır” kelimesinin anlamını bilmek gerekir. Baldır, bacağın dizden ayak bileğine kadar olan ve incik olarak da bilinen vücudumuzun bir bölümüdür. “Baldırı çıplak” deyimi Türk dil Kurumu sözlüğünde, “ayak takımından, işsiz, serseri kimse” olarak tarif edilmektedir.
Halk arasında çok fazla malı mülkü, parası olmayan kişileri tarif ederken bu deyim azda olsa kullanılmaktadır. Ayrıca gereğinden fazla açık giyinen kadınlara da bu deyimin kullanıldığı görülmektedir.