Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Üstün Vasıfları

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Üstün Vasıfları

PEYGAMBERİMİZDE GÖRÜLEN OLGUNLUK VE GÜZELLİKLER:

Bilindiği gibi, insanlara ait olgunluk halleri başlıca iki kısımdır. Bir kısmı insanın iradesine bağlı olmayıp doğuştan sahip olduğu amallerdir! Asalet, güzel biçim, akıl ve zeka üstünlükleri gibi. Diğer kısmı da, insanların tamamen istekleri ve çalışıp kazanmaları ile elde edilen kemallerdir. İlim ve irfan sahibi olmak, doğruluk, emanet, tevazu, ve takva gibi güzel huylar edinmek bu kısımdandır.

Bu iki kısım kemallerden yalnız biri veya birkaçı bir insanda bulunursa, ona büyük bir şeref verir, onun için bir öğünme sebebi olur. Ya bu kemallerin hepsi bir insanda toplanırsa, artık onun ne kadar büyük bir şerefe ve yüksek bir mertebeye ulaşmış olduğunu düşünmelidir.

İşte Hazret-i Peygamber Efendimizde bu iki kısım kemallerin tümü ve güzelliklerin hepsi pek yüksek bir şekilde toplanmıştır. Bunlardan başka Peygamberlik şerefine de kavuşmuştur. Onun çok yüksek güzel huylarından bazılarını kısaca anlatalım:

HAZRET-İ PEYGAMBERİN SEKİL GÜZELLİĞİ:

Bilindiği gibi, Peygamber Efendimiz Kureyş kabilesinden ve Haşim ailesinden gelmiştir. Kureyşler ise, Hazret-i İsmail’in soyundan bulundukları için pek büyük bir asalet ve şerefe sahip idiler. Bununla beraber, öteden beri en kutsal bir mabet olan Kabe’nin hizmet ve idare işlerini yürütüyorlardı. Daima başkanlık görevinde bulunmuşlardır. İşte Peygamber Efendimiz böyle şerefli bir kavme ve seçkin bir aileye bağlı idi. Bu bağlılık da, onun başarısına yardım etmiştir.

Hazret-i Peygamber bütün yaratılmışların en güzeli idi. Azalarının hepsi birbirine uygundu. Kıyafetinde aşırılık yoktu, yakışıklı idi. Mübarek vücudu güçlü ve kuvvetli idi. Ne zayıf, ne de semizdi; orta halde idi, etleri sıkıca idi. Nurlu cildi ipekten yumuşaktı. Latif cisminin kokusu çok hoş idi. Okşadığı şeylerden günlerce güzel kokular alınırdı. Pak vücudu beyazdı, nurlu idi. Bu beyazlık içinde hoş bir pembelik parıldardı. Pek sevimli olan mübarek boyu ne kısa ve ne de uzundu. Bununla beraber yanında bulunanlardan daima uzun görünürdü. Göğsü berrak ve mübarek omuzlarının arası genişti. Nurlu omuzlarının arasında güvercin yumurtası gibi bir kırmızı ben vardı ki, bu “Nübüvvet Mührü” idi.

Parmaklan uzunca, bilekleri kalınca idi. Mübarek başı uyumlu ve çok güzel bir ölçüde büyükçe idi. Ön dişleri seyrekçe idi. Söz söyledikçe inci tanelerinden daha berrak olan dişlerinin parıltısı görülürdü. Parlak alnı genişti. Hilal kaşları uzunca idi. Kaşlarının arası açıkça idi. İki kaşının arasında öfkelendiği zaman, kabarıp beliren bir damar vardı. Letafet nişanı olan kirpikleri, uzun ve siyahtı. Mübarek sakalı sıkça idi, bir tutam boyunda bulunurdu. Ahrete göçmeleri sırasında mübarek başının ve sakalının beyaz kıllarının sayısı henüz yirmi kadardı. Sümbüllerden daha zarif ve daha hoş kokulu bulunan saçları ne pek kıvırcık ne de pek düzdü ve boyca kulak yumuşaklarını geçmezdi. Hazret-i Enes (radıyallahu anh) demiştir ki: “Ben Allah’ın Resulünden daha güzel bir kimse görmedim. Mübarek yüzünde sanki güneşin nurları parlardı. O güzel yüzünde parlayan letafet nurları, gülümsedikçe latif dişlerinden saçılan berraklık parıltıları, karşısında bulunan duvarlara yansırdı.” Evet Peygamber Efendimizin bütün azaları, bütün duyuları ve kuvvetleri pek mükemmeldi. Başkalarının göremeyecekleri ve duyamayacakları kadar uzak yerlerde bulunan şeyleri görür, sesleri de işitirdi. Pek vakarlı olan yürüyüşü, yokuştan aşağı iner gibi hızlıca idi. Onda her yönden bir mükemmellik ve üstünlük görünürdü. Onu ilk gören kimse, muhabbet içinde kalırdı. Onunla görüşüp konuşmak şerefine kavuşan kimse, ona karşı derin bir sevgi duyardı. Onun yüksek hallerini görüp anlatanlar, onun bir dengini ne daha önce ne de sonra görmediklerini itiraf ederlerdi. Sonuç olarak: O, bir letafet ve mükemmeliyet mucizesi idi. Sallallahu aleyhi ve Sellem.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN PEK YÜKSEK AKIL VE ZEKASI:

Peygamber Efendimizin mübarek akıl ve zekası, her türlü düşüncenin üstündedir. Onun pek yüksek aklı ve zekası yanında, en büyük dâhilerin ve en parlak fikir adamlarının akıl ve dehaları pek sönük kalırdı. Bu gerçeğe, onun büyük hayatı pek güzel şahittir. Arap Yarımadası’nın peygamberlik döneminden önceki durumu ile, peygamberlik döneminden sonraki durumunu düşünmek yeterlidir. Yüce Allah’ın o büyük ve son peygamberi kadar insanların ruh hallerini anlamış, insanları güzel bir siyasetle idare etmiş, insanları doğru yola getirip hallerini düzeltmeyi başarmış, bu konularda gereken esasları hazırlamış bir akıl ve hikmet sahibi gösterilemez.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN FESAHAT VE BELAGATI:

Hazret-i Peygamber Efendimiz yaradılışça pek fasih (açık ifadeli) idi. Yüksek maksatlarını açıkça ve parlak bir şekilde söylerdi. Huzurlarına gelen elçilerin konuşmalarına pek açık bir şekilde karşılık verirdi. Onun mübarek sözleri arasında bir çok manaları toplayan öyle yüksek parçalar vardır ki, onlara Cevami’ül-Kelim denir. Yine onun mübarek sözleri arasında öyle güzel ve hikmet dolu parçalar vardır ki, bunlara Bedayi ‘ül-Hikem denilir. Biz bunların bir kısmını ahlak bölümünde yazmış bulunuyoruz. Şu anlamdaki hadis-i Şerifler, bu ahlak ve hikmet esaslarından bazısıdır.

  • ‘Hikmetin başı Allah korkusudur.
  • İnsanlar altın ve gümüş madenleri gibidir.
  • İnsanlar, tarak dişleri gibi, hukuk bakımından eşittirler.
  • Kendi değerini bilen kişi helak olmaz. ‘
  • Kendisi için istediğini senin için de istemeyen kimsenin dostluğunda hayır yoktur.
  • Kendisi için sevdiğini, kardeşi için de sevmedikçe, kişinin imanı kamil olmaz.
  • Yalan yere yemin etmek yurtları harabeye çevirir.
  • Emaneti, sana güvenen kimseye teslim et; sana hıyanet edene sen hıyanet etme
  • Eski dostluğu devam ettirmek, imandandır.
  • Alış-verişinde en çok ziyan eden o kimsedir ki, başkasının dünyası uğrunda, kendi ahretini yitirir.
  • Kardeşinin uğradığı musibetten dolayı sen sevinç gösterme; yoksa Yüce Allah onu kurtarır da seni musibete düşürür.
  • Cezası en çabuk verilen şey, zulümdür.
  • İnsanlara kendini sevdirmek aklın yarısıdır.
  • Kanaat tükenmez bir hazinedir.
  • Pişmanlık bir tövbedir.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN MÜBAREK AHLAKI:

Hazret-i Peygamberin ahlakı, tamamen Kur’an-ı Kerime uygundur. Kur’an-ı Kerim’in gösterdiği güzel huyların hepsini kendisinde toplamıştır. Onun kadar güzel ahlaka sahip bir kimse görülmemiştir. Onun içindir ki, hakkında Kur an ayeti ile:

  • Şüphe yok ki sen, pek büyük ahlak üzere yaratılmış bulunuyorsun.
  • Ben, ahlak güzelliklerini tamamlamak için gönderildim.

Gerçekten Peygamber Efendimiz, ahlakın en güzel ve en iyi hallerini kendinde toplamış, bunları ümmetine de öğütlemiş ve kendisine uyanları melekler derecesine yükseltmiştir.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN PEK YÜKSEK ILIM VE İRFANI: Hazret-i Peygamber, Yüce Allah’ın vahy ve ilhamı ile pek büyük gerçeklere ve ilme ulaşmıştı. Hiç kimse ilim ve irfan bakımından onun derecesine yetişmemiştir, yetişemez de… Semavi kitaplardaki şeriatların hükümlerine, geçmiş ümmetlerin tarihine, her kavmin siyaset ve idare hallerine, harp fenlerine ve daha birçok yüksek ilimlere sahip bulunuyordu. Meydana getirdiği dini müessesenin büyüklüğü buna şahittir. Kendisi hiç bir medrese ve hoca görmemiş, okuyup yazma öğrenememiş (bir ümmü) idi. Böyle olduğunu bütün kavmi ve kabilesi biliyordu. İşte onun bu üstün hali bir mucize idi. Artık onun, Allah’ın vahyine kavuştuğundan ve büyük bir peygamber olduğundan nasıl şüphe edilebilir?

HAZRET-I PEYGAMBERİN ÜSTÜN NEZAFETİ:

Peygamber Efendimiz nezafete ve temizliğe çok önem verirdi. Onun beden bakımından temizliği çok üstün olduğu gibi, hal ve gidişat bakımından da nezafetleri her türlü düşüncenin üstündeydi. Öyle ki, bir hadis-i şeriflerinde öyle buyurmuşlardır:” Nezafete fazlasıyla önem veriniz. Allah İslam dinini nezafet üzerine bina etmiştir. Cennete ancak nezafeti olanlar girecektir.” Mübarek vücutlarının çok güzel bir rayihası vardı. Bu hoş rayiha, yaratılıştan vardı. Bununla beraber hoş koku da kullanırdı.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN ÇOK BÜYÜK CÖMERTLİĞİ:

Peygamber Efendimiz, son derece cömert ve mükrim idi. Hiç bir dilenciye “Yok” diyerek cevap vermezdi. Eğer yanlarında verilecek bir şey bulunmazsa, ya ashabından ödünç alarak verir yahut yarın gel, gibi bir şey söylerdi.

Huneyn savaşında ganimet mallarından bir vadide toplanmış olan develer için, Safvan ibni Ümeyye:
– Ne iyi develer! dedi. Peygamber Efendimiz:
– Öyle ise, onlar senin olsun, deyip bu yüz deveyi Safvan’a bağışlamıştı.
Saffan bu ikramı görünce:
-Bu kadar cömertlik ancak peygamberlerde bulunur, diyerek hemen Müslüman olmuştur. Oysa ki, Müslüman olmak için evvelce dört ay süre almış bulunuyordu.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN EŞSİZ CESARETİ:

Peygamber Efendimiz, son derece yüksek bir cesarete, kuvvet ve kahramanlığa sahip idi. Bir çok savaşlarda nice zırh giymiş kahramanlar kaçmaya mecbur kaldıklarını gördükleri halde o sebat etmiştir. Uhud ve Huneyn savaşlarında gösterdiği metinlik ve cesaret, her türlü düşüncenin üstündedir. Bir gece Medine dışından korkunç bir gürültü işitilmişti. Düşman tarafından bir baskın olduğu sanılmıştı. Herkesten önce Hazreti Peygamber kılıcını kuşanarak gürültü tarafına koşmuş ve başkaları daha yeni hazırlanırken kendisi geri dönerek: “Korkacak bir şey yok!” diye halkı sükunete kavuşturmuştu. Hazret-i Ali der ki: “Savaşlarda Hazret-i Peygamber kadar düşmana yaklaşan bir kimse bulunmazdı. Bir çok kez, savaş kızışıp başımız dara düşünce, Hazret-i Peygambere sığınırdık.”

HAZRET-İ PEYGAMBERİN YUMUŞAK HUYU, BAĞIŞLAMASI VE KEREMİ:

Peygamber Efendimiz son derece yumuşak huylu, bağışlayıcı ve mükrim idi. Öfkelenecek yerlerde sükunetini korur, mübarek hayatına kastedenleri bile bağışlardı. Uhud savaşında mübarek bir dişi şehit edilmiş, latif çehresi kanlar içinde kalmış olduğu halde, yine düşmanlarına bedduada bulunmamış: Ya Rabbi! Kavmime hidayet et; Çünkü onlar bilmiyorlar,” diye yalvarmıştır.-Niçin bunların aleyhine dua etmiyorsun? diyenlere de: “Ben lanetleyici olarak gönderilmedim; insanları hak yoluna ve Allah’ın rahmetine çağırmak için gönderildim,” diye cevap vermişti. Mekke-i Mükerreme’yi fethettikleri gün, Kureyş hakkında uygulanan lütuf ve ikram, Hazret-i Peygamberin ne derece büyük bir ihsan sahibi olduğuna şahittir.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN YÜKSEK HAYASI:

Peygamber Efendimiz, gerek yaratılış ve gerek dini haya bakımından da bütün insanların üstünde idi. Kendisinde bulunan hayanın kemalinden dolayı hiç kimsenin sözünü kesmez, yüzüne uzun boylu bakmazdı. Utanılacak veya çirkin görülecek şeyleri açıkça söylemeyip kapalı bir şekilde anlatırdı. Hoşuna gitmeyen bir sözün bir kimseden çıktığını işitince: “Falan kimse, neden böyle yaptı?” demezdi; “Bazı kimseler neden böyle yapıyormuş?” demekle yetinirdi. Ashaptan biri, pek ziyade utangaç olduğundan bazı arkadaşları ayıplamak istemişlerdi. Hazret-i Peygamber bunu duyunca: “Onu kendi haline bırakın ; Çünkü haya (utanma) imandandır,” buyurmuş. Diğer bir hadis-i şerifte de: Haya (utanma) insan için bir süstür” buyrulmuştur.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN EMSALSİZ VEFASI:

Peygamber Efendimiz son derece vefakar idi. Ashabını, akrabasını, ehlibeytine bağlı olanları unutmaz, daima onları arar ve sorar, gönüllerini hoş tutardı. Bir defa Habeş Hükümdarı Necaşi tarafından Hazret-i Peygamberin huzuruna elçiler gelmişti. Bunlara doğrudan doğruya kendisi hizmet etti. Ashaptan bazıları: “Ya Resulullah! Biz hizmete yetişiriz.” dediler. Şu cevabı verdi: Bunlar, Habeşistan’a hicret etmiş olan ashabıma yer göstermişler ve ikram etmişlerdi. Şimdi ben de bunlara hizmet etmek isterim.” Bazen saadetli evlerine hediye gelince: Bunu falan hanımın evine götürün; Çünkü o, Hatice’nin dostu idi, onu severdi,” diye emreder, rahmetli zevcesinin hakkını gözetirdi. Bir defa saadetli evlerine gelen bir hanımın hatırına tam bir iltifatla sormuş, sonra buyurmuştu ki: Bu hanım Hatice zamanında evimize gelir giderdi. Eski bağlara riayet etmek imandandır.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN ŞEFKAT VE MERHAMETİ:

Peygamber Efendimiz, ümmeti hakkında son derece şefkatli ve merhametli idi. ümmeti hakkında daima kolaylık tarafını seçerdi. Namazda iken bir çocuğun ağladığını işitse, ona acıyarak namazını hafifçe kılar, çocuğun sesini durdurmak isterdi. Hele haktan kaçınanların hallerine pak acı duyar, iyi hale kavuşmalarına dua ederdi. O büyük peygamberin, o kutsal varlığın merhameti yalnız insanlara değil, hayvanlara, ağaçlara, ekinlere de şamil idi. Mu’te savaşında bulunacak olan İslam ordusuna hitaben şu anlamda öğütler vermişti: Yüce Allah’ın adına anarak onun ve sizin düşmanlarınızla savaşınız. Fakat gideceğiniz yerlerde dünyadan çekilmiş rahipler göreceksiniz. Onlara asla dokunmayınız. Kadınlar ile çocuklara şefkatle muamele ediniz hurma ağaçlarını kesmeyiniz, evlerini yıkmayınız.”

Hicretin onuncu yılı idi, muhterem oğlu Hazret-i İbrahim, henüz on altı aylık bir masum olduğu halde vefat etmiş, kızı Fatımetü’z-Zehra’dan başka evladı kalmamıştı. Bir gül goncası gibi açılmadan solan o masumun haline acıyarak ağlamış, mübarek gözlerinden şebnem gibi yaşlar dökülmüştü. Orada bulunan İbni Avf: “Ya Resulullah! Sen de mi ağlıyorsun?” dedi. Hazret-i Peygamber Efendimiz: “Gözümüz ağlar, kalbimiz mahzun olur. Fakat bizden Allah rızasına aykırı bir söz çıkmaz ” diyerek ruhundaki yüksek duyguyu göstermiştir. Sonuç: O yüce Peygamberin kutsal vücudu, bütün kainat için bir İlahi rahmet timsalidir. Bunun içindir ki, hakkında: ‘’Biz seni alemlere bir rahmet olarak gönderdik,” ayet-i kerimesi nazil oldu.

HAZRET-İ PEYGAMBERİN GÜZEL GEÇİNMESİ:

Peygamber Efendimiz, insanlarla geçinme hususunda da insanların en iyisi idi. Herkesle güzel görüşür, daima güler yüzlü bulunurdu. Sohbet esnasında kimsenin sözünü kesmezdi. Ancak yersiz bir söz olması hali müstesna. Her kavmin büyüklerine daima ikram eder, onları kendi kabilelerinin reisliğine tayin buyururdu. Yapılan davetlere icabet eder, verilen hediyeleri kabul buyurur, karşılığında da hediyeler verirdi. Dine aykırı olmayan işlerde insanlara aykırı davranışta bulunmazdı. Hoşuna gitmeyen bir şey görünce, görmezlikten gelirdi. Ancak günahı gerektiren şeylerde böyle davranmaz, işi düzeltirdi. Hele ashabı hakkında pek çok bağışlayıcı idi. Kendilerine rast gelince selam verir, ellerini tutar ve müsafaha ederdi. içlerinde görünmeyenleri araştırır, hasta olanları ziyarete gider ve gönüllerini hoşlandırırdı. Hatta ashabı ile bazen latifeler de yapardı. Bununla beraber şakalarında da birer gerçek parlardı. Hazret-i Enes diyor ki: “Ben Hazret-i Peygambere on sene hizmet ettim. Hiç bir gün bana darılarak öf demedi. Yaptığım hiç bir şey için neden yaptın, yapmadığım bir şey için de neden yapmadın, diye buyurmadı.”

HAZRET-İ PEYGAMBERİN YÜKSEK TEVAZUSU:

Peygamber Efendimiz, yaratıkların en şereflisidir. O kadar yüksek mertebesiyle beraber pek ziyade mütevazı idi. Fakirleri ve zayıflan daima okşar, misafirlerinin altlarına kendi mübarek elbiselerini döşeyecek kadar ikramda bulunurdu. Bir meclise girince, nerede boş yer bulursa orada oturmak ister, bulunduğu meclislerde elbisesini toplu tutup etrafa yaymazdı. Bununla beraber bulunduğu meclislerde herkesten çok vakarını korurdu. Söze gerek görmedikçe susardı. Gülmek gerekince tebessümle yetinirdi. Huzurlarında bulunanlar da son derece edebe riayet eder, başlarını aşağıya eğerlerdi. Konuşurken seslerini yükseltmezlerdi. Gülmeleri de tebessümü aşmazdı. Peygamber Efendimiz acizlere, yoksullara o kadar iltifat ve tevazu gösterdiği halde, kendileri ile görüşmelerde bulunduğu hükümdarlara karşı asla küçümseme göstermez, Risalet makamının ulviyetini korumadan hiç bir zaman geri durmazdı. Kayserlere, Kisralara gönderdiği mektuplarında daima mübarek ismini önce belirtirdi. Kendilerini hiç çekinmeden İslam dinine davet ederdi. Kabul etmedikleri takdirde, azaba uğrayacaklarını, saltanatlarının ellerinden çıkacağını kendilerine açıkça duyururdu

Yorum yapın

Kerim Usta sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et