Elhamra Sarayı

Elhamra Sarayı’nın temeli 1232 yılında atılmış. 250 yıl süren bir dönem içerisinde yeni ilavelerle son durumuna ulaşmış. Adını üzerine güneşin son ışınları düşerken aldığı “NAR” renginden almış. Elhamra gül renginde tuğlalar ve “Topia” denilen toprak, çakıl ve kireçten yapılmış bir cins suni taşlardan yapılmış. Yapının çatı, kubbe ve kemerleri ahşap.

Şehrin güneybatı tarafında uzanan büyük düzlük Granada Ovası’dır (Vega Granada). O vadinin sonunda görülen dağlar Gırnata Sultanlığı’nın topraklarının bittiği yer olduğu için, Gırnata’ya saldıran haçlı orduları hep o taraftan gelmişlerdir. Vega ovası, Genil ırmağı ve Vega nehri tarafından bolca sulandığı için, verimli tarımsal topraklara sahip büyük bir düzlüktür. Yüksek Dağlarla (Sierra Nevada) çevrili olması sebebiyle rüzgardan korunan, ılıman bir iklime sahip olan ve mümbit toprakları bulunan bölge, bu sebeple eski çağlardan beri çeşitli toplulukların yerleşim yeri olmuştur.

Granada şehri en parlak çağını, Müslümanların (Beni Ahmer) yönetiminde olduğu 13-15. asırlar arasında yaşamıştır. Tarık bin Ziyad’ın 711’deki çıkarmasından kısa bir süre sonra İslam ordusu buralara ulaşmış, ama Gırnata şehri uzun süre Kurtuba’daki halifeye bağlı, özelliksiz kentlerden biri olmuştur. Bölgede tarımın gelişmesi ve nüfusun artması üzerine, ancak 10. yy.da Alhambra tepesine bir kale inşa etme ihtiyacı duyulmuştur. Endülüs tarihinde 3 kere cereyan eden küçük sultanlıklar döneminde Gırnata’da da kısa süreli bağımsızlıklar yaşanmıştır. Muvahhitlerin 1212’de Kastilya kralı 3. Ferdinand’a yenilmesinden sonra ülkede merkezi otoritenin kaybolması üzerine 1232’de 1. Muhammed (Muhammed bin Ahmer) Granada’da Nasiri Sultanlığı’nı kurmuştur. Kurtuba ve İşbiliyye gibi şehirlerin düşmesinden sonra oradan göç eden Müslüman halkın da katılımıyla giderek güçlenen bu sultanlık, İberya yarımadasında kalan son İslam devleti olarak tam 260 yıl hüküm sürer. Bugün Granada’ya gelen ziyaretçilerin hayranlıkla seyrettiği Elhamra Sarayı da bu dönemde yapılmıştır.

Tepeden şehir merkezine bakıldığında ilk göze çarpan, sivri kuleli, tarihi katedraldir. Buradaki Gırnata Ulu Camii (Cami el’Kebir), şehrin ele geçirilmesinden sonra Kraliçe İsabella’nın emriyle yıkılmış; bu geniş arazi üstüne önce Kraliyet Kilisesi (Capilla Real), daha sonra da büyük şehir katedrali (Capilla Mayor) inşa edilmiştir.

Katedralin yanındaki küçük binalar, Endülüs Müslümanları zamanından kalma çarşının dükkanlarıdır ki “Alcaisería” diye anılır. Özel giriş kapısı olan bu çarşı, dar sokakları ve küçük dükkanları ile bildiğimiz klasik şark usulü bir eski çarşıdır. Ancak ismi Romalılar zamanından kalmadır. Roma imparatoru (Arapça adıyla Kayzer) Justinian Arap tüccarlara ülkedeki pazarlarda ipek satma izni verdiği için, bu tür pazarlara el-kayzeriyye (Kayzer’in mekanı) denilmiştir ki bu isim İspanyolca’da Alcaicerie’ya çevrilmiştir. 19. yy’daki büyük yangında pazarın bir bölümü yandığı için, tamirat sırasında dış görünümde bazı değişiklikler olmuştur. Endülüs İslam medeniyeti mensupları yaşadıkları şehirleri imar etmişler. İlimde, sanatta, tıpta, tasavvufta, astronomide, felsefe ve sosyolojide çok ileri gitmişler. Endülüs medereseleri İbni Rüşt, İbni Arabi ve İbni Haldun gibi zirveler yetiştirmiş. İbni Hazm, Ebu Hayan el Endülüsi, Kurtubi, İbni Meserre, İbni Bace, İbni Tufeyl, İbni Atiye, İbni Meymun, İbni Batuta, Şatıbi, İzzihravi, Mursiyeli Errakuti, İbni Seb’in ve tabibi Muhammed Gafiki gibi ilim adamları nasıl bir kültür ve eğitim ortamında yetiştiler?

Sürekli hatırlanacak şehir
Hıristiyanlar Gırnata’dan Müslümanları attıktan sonra, Elhamra Sarayı’nın esas kısmını yıkarak, yerine hantal bir saray yapmışlar. Elhamra’nın inceliği ve aydınlığı yanında, diğeri oldukça kaba ve karanlık.

Yahya Kemal, Gırnata’yı, bir kere görüldükten sonra sürekli hatırlanacak şehir olarak nitelendiriyor. Kent denizden yetmiş kilometre içeride. Etrafı karlı dağlarla çevrilmiş büyük bir ova. Denizden yüksekliği 682 metre. Müslümanlar İspanya’dan çekilmeden önce sanat güçlerinin son örneğini su kenti Elhamra’da göstermişler. Gırnata, Endülüs kentlerinin alnı karlı dağlara(Sierra nevada dağları) kadar yükselen beyaz duvaklı gelini.

Elhamra Sarayı’nın temeli 1232 yılında atılmış. 250 yıl süren bir dönem içerisinde yeni ilavelerle son durumuna ulaşmış. Ancak İspanyollar kışlık sarayın kışlık bölümünü yaktıkları için. Bugün ayakta kalan kısım sarayın yazlık bölümüdür. Adını üzerine güneşin son ışınları düşerken aldığı “NAR” renginden almış. Elhamra gül renginde tuğlalar ve “Topia” denilen toprak, çakıl ve kireçten yapılmış bir cins suni taşlardan yapılmış. Yapının çatı, kubbe ve kemerleri ahşap.

Saraya görkemli bir taç kapıdan giriliyor. Karşınıza bir sanat harikası olan çeşme çıkıyor. Her yönden gelen su sesleri bir dinginlik veriyor. Ufkunuzu ağaçlar ve yeşilin değişik tonları kaplıyor.

Bir kent saray olan Elhamra dört ana kısımdan oluşuyor: Kale ve ribatlar, yazlık saray ve ek yapılar, çarşı ve Cennet-ül Arif’in. Her kısım bahçelere kaplı. Bahçelerin ortasına havuzlar ve havuzların kenarlarına yerleştirilmiş fıskiyeler. Sierra Nevada dağlarından gelen sular muhteşem bir geometri içinde, zaman zaman kesişen, zaman zaman birbirine paralel akan arklar, gül, havuz ve fıskiye üçlüsünün oluşturduğu muhteşem armoni. Fıskiyelerle havuzlara dökülen suların sesinden bestelenen musiki her yeri kaplıyor. Su sesinin oluşturduğu derin musikinin farkına varmamanız mümkün değil.

Cebel-i Tarık
Seyahatimizin üçüncü günü programa göre serbest gün. Ancak grubunun tamamının isteği üzerine programda olmayan Cebel-i Tarık Boğazı’na gitmeye karar verildi. Yine her sabah olduğu gibi saat dokuzda otelden hareket edilerek Cebel-i Tarık Boğazı’nın yolu tutuldu.

Cebel-i Tarık Boğazı 64 km uzunluğunda ve 44 km. genişliğindeki boğazın derinliği 426 m.’dir. Adını Tarık bin Ziyad’dan almıştır. Avrupa kıtası ile Afrika kıtasını ayırır.

Boğaz’da; yüzeyde doğudan batıya giden kuvvetli bir akıntı vardır. Derinlerde ise daha zayıf bir akıntı Akdeniz’den Atlantik Okyanusu’na akar. Cebeli Tarık Boğazı’nın her iki yanı da sarp kayalıklarla çevrilidir. Bitki örtüsü bakımından Boğaz’ın iki yakasında beraberlik görülür. Boğaz’dan yılda 7000-7500 gemi geçer. Her iki kıyısı da İngilizlerin elindedir. Boğaz’ın Afrika kıyısında bulunan Tanca ise milletlerarası bir statüye bağlanmıştır. Bu statü muayyen bir devletin buraya yerleşmesine mâni olmaktadır. Eski çağdaki adı Calpe’dir. Şimdiki adı ise Arap komutanı Tarık’ın adını taşır. Tarık boğazın güvenliğini sağlamak için burada bir kale yaptırmıştır. Cebelitarık 1462’de Araplardan İspanyollara geçmiş 1502’de resmen İspanyol topraklarına katılmıştır. 24 Temmuz 1704’te İngiltere-Hollanda deniz kuvvetleri tarafından ele geçirilmiştir. 1705 tarihindeki Ultrecht Antlaşması’yla İspanya kaleyi İngiltere’ye iade etmeyi kabul etmiştir.

Akdeniz’in batı ucunu Atlantik Okyanusu ile birleştirir. Ulaşım yönünden oynadığı rol itibariyle ve jeopolitik bakımdan en önemli boğazlardan biridir. Deniz geçidinin önemi Süveyş Kanalının açılması ile daha da artmıştır. Takriben 60 km uzunluğunda olan Boğaz Afrika’nın ve Atlas ülkelerinin kuzey kıyısı ile İber Yarımadası’nın güney kıyısı arasında uzanır. En geniş noktası Trafalgar Burnu ile Spartel Burnu arasında 44 km, en dar noktası ise Cires Burnu ile Tarija Burnu’nun doğusunda 14,2 km’dir. Boğaz’ın ortası, en sığ noktası olup derinliği 324 metre’dir. Cebel-i Tarık Boğazı’nın geleceğine ilişkin yeni bir takım pojeler gündeme gelmiştir. Köprü ve tünel projeleri şu anda sadece düşünce ve proje bazında olup uygulamaya ne zaman ve nasıl konulacağı netlik kazanmamıştır.

Cebel-i Tarık Köprüsü
Cebelitarık Boğazı’nın üzerinde inşa edildiğinde, şimdiye kadar yapılmış en uzun ve en yüksek köprü unvanını alacak. Bu köprü tamamlandığında Müslüman bir ülkenin kültürüyle, Hıristiyan bir ülkenin kültürü arasında bağ oluşturacağı ve Afrika ile Avrupa arasında ekonomik bağlantıların artmasına yardımcı olacağı düşünülüyor.

“La galibe illallah”
Müslümanlar Gırnata’dan 1492 yılında ayrılmak zorunda kalmışlar. Gırnata’nın düşüşünden hemen sonra Hıristiyanlar, camilerdeki ve Elhamra’daki hilalleri kaldırarak yerine haç dikmişler. Bütün yapabildikleri Hilali haçla değiştirmek olmuş. Ayrıca İspanyollar Elhamra’da kışlık sarayı yıkarak yerine başka bir saray yapmışlar. Elhamra’nın aydınlığı, inceliği ve zarafeti yanında bu saray kaba, hantal ve karanlık. İki yapıyı karşılaştıranlar Müslüman kültür ile Hıristiyan kültür arasındaki farkı kolaylıkla kavrayabilirler.

Elhamra’nın bütün duvarları hat sanatının en zarif örneklerini taşıyor. Yabancıları kabul salonunda ” La galibe illallah” yani tek galib Allah’tır yazısı insanı dehşete düşürüyor. Müslümanların kendilerinin kalıcı olmadığını vurgularcasına, sarayın duvarlarını Allah’ın doksan okuz ismi ve “La Galibe illallah” lafzı ile süslemişler. Müslümanların ne kadar derin, ne kadar duygulu bir hayata sahip oldukları Elhamra’nın her köşesinde açıkça gözleniyor.

Cennetül Arif’in, sarayın önemli köşelerinden birisi. İnsan ilk gördüğünde irkiliyor. Yüksek bir yerden saatlerce seyredildiği zaman insanın ayrılası gelmiyor. Sekiz yüzyıl süren bir egemenlik serüveni göz önünden geçirildiğine, su, çiçek, ağaçlar ve havuzun böylesine uyum içerisine bir araya geldiği bir başka medeniyeti hatırlayabilmek mümkün değil.

Muhammed Esed’in kabri
Türkiyeli Müslümanlar Muhammed Esed’i “Mekke’ye giden yol” ve yazmış olduğu Tefsiri ile tanırlar. Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. İslamla müşerref olduktan sonra hayatını İslam’ın hizmetine ve cihada adamış bir üstad, ömrünün sonunda Endülüs’e defnedilmeyi vasiyet etmiş. Vasiyeti gereği Elhamra Sarayı’nın dışında bir tepede kurulan Müslüman mezarlığının mütevazi bir köşesine defnedilmiş. Yaşayışına ve inancına uygun mütevazi bir kabir yapılmış. Muhammed Esed’e ve mezarlıkla medfun bulunan İspanyol Müslümanlara Fatihalar gönderiyoruz. Mezarlığın bekçisi İspanyol asıllı Mubarek.

İspanyol Müslümanları beş yüzyıl süren bir baskı ve korku döneminden sonra, yeni bir umut olarak doğuyorlar Elbeyazin Tepesi’nden.

Yorum yapın

Kerim Usta sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et